Felsefe, çevre, politika, futbol, mutlaka ama mutlaka sinema. Biraz ondan, biraz bundan, canı istedikçe çıkan blog. Hayata dair ama tabii ki bana ait. Evet, isyan!

Perşembe, Ekim 25, 2007

akvaryumdaki balıklar ve entarili teyzeler

Altgeçitte merdivenlerden aşağı inerken hemen sağımda gördüm yaşlı teyzeyi. Başörtüsü, tek renk iki parça uzun entarisi, elinde eski moda içiçe geçmiş klipsleri iterek açılıp kapanan çantasıyla merdivenleri teker teker iniyordu. Önünde ondan uzaklaşmış ceketli amcaya sesleniyordu : "Beey, bilmiyom buraları, kaybolurum bey!"
Ben bu entarili şişman teyzeleri hep akvaryumdaki balıklara benzetirim. Kendi yaşam formlarını kurdukları evleri akvaryumdaki balıkların dünyasına benziyor bir nevi. Bu teyzeler, sokağa çıkmayı sevmezler, çıktıkları nadir günlerde de ya bir düğün yahut nişan hazırlıklarına yardıma gidiyorlardır, ya da ilaç yazdırmaya. Dışarıya adım attıkları anda etrafı büyümüş korku dolu gözlerle kolaçan ederlerken biran önce işlerini bitirip evlerine geri dönmeyi düşlerler. İşlerini bitirip evin için adım attıklarında ise ilk iş olarak oturma odasındaki koltuğa çökerek öfleme ve poflama seansına geçerler. Huzur dolu yuvalarına geri dönmüşlerdir zira. Kalp atışları normale döner, hatta kendilerine ödüllendirerek bir yorgunluk kahvesi yaptıkları da olur. Bu durum dünyanın her hangi bir köşesinde aynıdır entarili teyzeler için. Örneğin Almanya'da, yaşadığı sokakta sahipleri Türkiyeli olan bir kaç dükkan dışında ne şehri ne de ülkeyi bilen, gezen türdaşları da vardır. Sosyal hayatları ve tüm dünyaları onlar için evlerinin içidir. Düzenleri bozulsun istemezler, kendi yetiştirdikleri hemcinsleri çocuklarının da hemencecik başgöz edilip başka bir akvaryuma transfer edilmesini arzularlar, bunun için planlar yaparlar.
Bununla beraber dört duvar arasında da olsalar yaşadıkları yerlerin büyük balıklarıdırlar. Evle ilgili herşeyin tek hakimidirler ve istediklerini elde edebilmek için entrikalar çevirirler, eşlerini parmaklarını uçlarında oynatırlar. Pek tabii eşlerine belli etmeden yaparlar bunu.

Salı, Ekim 23, 2007

morning guy

"Morning guy" diye nitelendirilenlerden asla olmadım. Hani o sabahları tüm neşesiyle güne mutlu ve enerji dolu başlayan, elinde kupası, kahkalarıyla ortalığı inleten, sağa sola koşuşturanlardan değilim. Yok, kıskanmıyor da değilim. Bazı insanlar da öyle olmalı belki. Ne bileyim, öğretmenseniz eğer, ders verebilmek için gerçekten de uyanık olmanız gerekiyor. Karşınızdaki öğrenci ise, oh la la! Koyuyor kafasını koluna, indiriyor göz kapaklarını. Karşınızda, size nispet yapar gibi. Geçenlerede şunu farkettim: Üniversite hayatım boyunca tüm sabah derslerinden kalmışım. Genelde dönem ortasından sonra hemen hemen hiç bir derse gidemez olmuşum.
Her insanın bir biyolojik saati vardır, bunu anlarım. Ama beni de anlamanızı istiyorum. Hiç de kolay değil, en verimli olduğum zaman uykuya yatmak. Zira tüm duyu organlarım açık. Cin gibiyim. Ama yatmam da gerekiyor, çünkü ertesi gün o döngüyü tamamlamak için erkenden, üfff ya.