Felsefe, çevre, politika, futbol, mutlaka ama mutlaka sinema. Biraz ondan, biraz bundan, canı istedikçe çıkan blog. Hayata dair ama tabii ki bana ait. Evet, isyan!

Cuma, Şubat 29, 2008

dattiri dat dat

Ve söz yerini müziğe bırakır:

Dattiri dat dat dattiri dat dat dattiri dat dat daaat dat!
Dattiri dat dat dattiri dat dat dattiri dat dat daaat dat!

Başparmak ve işaret parmağı birbirine değerek, kollar dirsekten eğik, şarkıyla beraber bir sağa bir sola, bir sağa bir sola salınarak.

Geçen sabah uykumda bunu söylerken uyandım. Güldüm kendime.

Salı, Şubat 19, 2008

bahşiş mevzusu

Herkesin başından eminim bahşişle ilgili bir olay, tartışma, vb. geçmiştir. Öğlen yemeğinde arkadaşımla da konuşmak zorunda kaldık, zira bahşişi ben vermek durumundaydım, bozukluklar bendeydi ve ben de hesabın yüzde 10'ununa yakın bir parayı bahşiş olarak verdim. O ise itiraz etti, şu kadar daha ver diye israr etti. Ben de Türkiye'de yüzde 10'un makul bir miktar olduğunu düşündüğümü söyledim. Ama aklıma da takılmadı değil, yoksa böyle bir oran yok mu? Yolda her bahşiş mevzusu açıldığında aklıma Reservuar Köpekleri'nin girişindeki o müthiş bir diyalogun yaşandığı sahnenin geldiğinden bahsettim. Bir filmde iki sevgilinin restoranda yemek yedikten sonra erkeğin yüklü bir bahşiş bıraktığını, kızın görmediği bir anda da oğlanın bahşişin yarısını geri aldığı bir sahneyi anlattı o da. Ve ben de ilk defa bahşişle tanışmamı:
9-10 yaşlarındayım. Dayımla beraber yemek yedik, hesap ödendi. Masadan kalkmak üzereyiz, gelen para üstünün bir kısmını dayım masada bıraktı. Hiç unutmam kırmızı renkli kağıt bir 20 ETL (Eski Türk Lirası). Dayım arkasını döndü, gitmek üzere. Ben parayı aldım, arkadan bağırdım: "Dayı, paranı unuttun."
Öylece öğrendim bahşiş diye bir mevzunun varlığını.

Cumartesi, Şubat 16, 2008

hayat böyle olsa

Bulent Somay Bir Şeyler Eksik kitabında anlatıyor:
Woody Allen'in Annie Hall filminden bir sahne. Alvy Singer (Woody Allen) sinemada bilet kuyruğunda beklerken öndeki iki adamın (küresel köy kavramını ortaya atan Kanadalı kitle iletişimcisi) Marshall McLuhan hakkında konuştuklarını duyar. İkisi de alenen saçmalamaktadır. Alvy Singer, bir süre sonra dayanamaz ve iki adamın tartışmalarına katılır. "Hayır", der, "öyle değil, McLuhan öyle bir şey söylemiyor". Adamlar aralarındaki tartışmayı keser, ve kendilerine karşı çıkan bu kısa boylu, gözlüklü Yahudiye haddini bildirmeye karar verirler. İçlerinden birisi "sen nereden biliyorsun ki" der. Alvy, yandaki kocaman film posterinin arkasına gider ve McLuhan'ın elinden tutarak getirir. McLuhan, soruyu soran adama döner ve "Özür dilerim, ben Marshall McLuhan'ım ve siz de benim ne dediğim hakkında hiç bir şey bilmiyorsunuz".
Alvy seyircilere döner ve sorar: "Hayat böyle olsun istemez miydiniz?"
Kim istemez ki?

Salı, Şubat 12, 2008

bir soru

kim istemez mutlu olmayı
ama mutsuzluğa da var mısın? (Cemal Süreya)

Pazar, Şubat 10, 2008

tablo dediğin

Max Ernst bir bahçe resmi yapıyor. Tablo bittiğinde, bahçedeki bir ağacın resmini yapmayı unuttuğunu fark ediyor. Derhal ağacı kestiriyor. (Jean Baudrillard, Cool Anılar III-IV)

Pazartesi, Şubat 04, 2008

"ben değilim o"

90'lı yılların ortaları, üniversitede dağcılık yapıyorum. Hoşlandığım birisi var, ama bir türlü açılamıyorum. Nasıl oldu, hatırlamıyorum, bir akşam bir yerlerde buluşuyoruz, dağcılıktan tanıdığım birilerinin evine gidiyoruz. Ev kalabalık. Benim katılmadığı bir etkinlik dönüşü toplanılmış, o zamanlar şimdiki kadar yaygın olmayan bir video kamerayla etkinlikte yapılan çekimler, video kasetten televizyona aktarılıyor, herkes televizyonun başına üşüşmüş, hep beraber görüntüler seyrediliyor. Etkinlikte yapılanlar harala gürele, neşeyle anlatılıyor. Özellikle de katılanlardan birisinin yaptıkları diğerlerinin çok hoşlarına gitmiş: aman şöyle yaptı, aman böyle yaptı, diye durmadan o anlatılıyor. Kamerada çekimleri yapan da o bahsedilen kişi ve aynı zamanda benim de adaşım. Hoşlandığım kız benim etkinliğe katılmadığımı bilmiyor ve her ismim geçtiğinde bana dönüyor ve bana bakıyor. Bana bakarken gözlerinin içinin de güldüğünü, neler yapmışsın sen der gibi olduğunu, beni takdir ettiğini farkediyorum. "Ben değilim o" demek geliyor içimden ama söyleyemiyorum. Yıkamadığım duvarları adaşımın sayesinde yıkabileceğimi düşünüyor, o anki duygunun tadını çıkarmaya karar veriyorum ama içime de bir kuşku düşüyor. Ya kameradaki adaşım çekimlerde görülürse, o insanın ben olmadığım anlaşılırsa diye. Biraz önce yapamadığım itiraf içimi yemeye başlıyor. Çekim görüntülerinin artık bitmesini istiyorum, adaşımın kamerada çekime devam etmesini, ekranda asla görünmemesini istiyorum. Çünkü o gözüktüğü anda hoşlandığım kişi anlayacak bahsedilenin ben olmadığını, büyük bir hayalkırıklığı beni bekliyor olacak.
...
Görüntüler bitmek üzere. Kamera hala adaşımda, kamp toplandıktan sonra dönüş yolunda kamyona otostop çekmişler, kamyon içindeki görüntüleri var. "Bit artık, bit artık" diye içimden dualar ediyorum. Tam bitmek üzereyken adaşım kamerayı yanındakine veriyor, kamera onu çekiyor. Yan tarafımda oturan kızlardan birisi, sanki benim sıkıntımı anlamış ve intikam almak istiyormuşcasına işte o diyor, adaşımın adını söylüyor. Hoşlandığım kız da anlıyor, bahsedilenni ben olmadığını. Beklediğim hayalkırıklığı gerçekleşiyor.
Sonra. Sonra, hayat devam ediyor.