Felsefe, çevre, politika, futbol, mutlaka ama mutlaka sinema. Biraz ondan, biraz bundan, canı istedikçe çıkan blog. Hayata dair ama tabii ki bana ait. Evet, isyan!

Çarşamba, Ocak 20, 2010

Nim oyunu

Alain Renais'nin unutulmaz filmi Last Year in Marienbad (1961)'de oynanan bir oyun olarak ün kazandı Nim. Aslında kuralları çok basit bir oyun: Belirli bir şekilde düzenlenmiş bir seri kağıttan (puldan, kibrit çöpünden, puldan vs.) aynı sıradan olmak şartıyla istediğiniz kadar alabiliyorsunuz. En son kağıdı çeken kaybediyor (Sona kalan dona kalır misali). Biraz daha açıklayıcı olmak gerekirse filmde oynanan şekliyle (zira farklı düzenekler mümkün) ilk sırada yedi, ikinci sırada beş, üçüncü sırada üç ve son sırada bir tane kart var.

*******
*****
***
*

Aynı sıradan olmak kaydıyla istediğiniz kadar çekince (laletteyn bazen bir, bazen ise beş mesela) sonuncuyu rakibe bırakınca kazanıyorsunuz. Bu kadar basit.

M, "kaybedebileceği ama asla kaybetmediği" bu oyunu filmde X'e karşı defalarca (aslında üç defa) oynuyor ve her defasında kazanıyor. Doğal olarak filmde oyunu seyredenler başlıyor mızmınlamaya, bir hile olduğundan dem vurmaya:

Oyuna başlayan kazanır...
Her defasında çift kağıt almalısın...
Çift olmayan en küçük tamsayı..
Yok, hayır, logaritmik bir seri bu...
Her defasında farklı bir sıradan kağıt çekmelisin...
Üçe bölünebilir....
Yedi kere yedi kırk dokuz...


Evet, bir hile, daha doğrusu her zaman kazanmanızı sağlayan bir algoritma mevcut. Internette arayınca nasıl olduğunu anlatan bir sürü siteye bakılabilir. Ama kendiniz keşfetmek isterseniz kazanacak stratejiyi işte imkan:

http://www.math.uri.edu/~bkaskosz/flashmo/marien.html

Perşembe, Ocak 07, 2010

arkadaş ve proust

Tekrar okuyunca eski bir şiiri, ki bir zamanlar ezbere bilirdiniz, hodbehot canlanır patavatsız düşünceler. Proust olursunuz, çocukken yediğiniz bir bardak ıhlamura batırılan madlen kekinin kokusu sizi anılarınıza götürmesine izin verirsiniz.

Nafiledir, geçmiştir:


alnını
dağ ateşiyle ısıtan
yüzünü
kanla yıkayan dostum
senin
uyurken dudağında gülümseyen bordo gül
benim kalbimi harmanlayan isyan olsun
şimdi dingin gövdende
uğultuyla büyüyen sessizlik
birgün benim elimde
patlamaya sabırsız mavzer olsun

başını omzuma yasla
göğsümde taşıyayım seni
gövdem gövdene can olsun
...

şimdi senin uzanıp yattığın otlarda
yarın yeni bir yeşillik büyüyecek

Pazar, Ocak 03, 2010

karakoncolozların hikayesi

Yeşim Ustaoğlu'nun Bulutları Beklerken (2005) filminde Ayşe/Eleni'nin küçük Mehmet'e anlattığı karakoncolozların hikayesidir:

Eskiden karakoncolozlar vardı. Beddualıydık. Karakoncolozlar inlerinden kalkıp geceleri herkesin kulağına üflemeye başladılar. Karakoncolozlardan kaçan köylüler o dağ senin bu dağ benim yürüdüler. Ama bir türlü karakoncolozların bedduasından kurtulamadılar. İçlerinde küçük bir kız çocuğu da vardı. Kızın bütün ailesini karakoncolozlar dağlarda yitirmişti. Kızcağız karlarda yapayalnız kaldığı bir gün bir peri kızı geldi. Ona ısınması için bir ışık verdi. Ben yokken kaybolmaman için sana bir göz daha veririm. Bir daha hiç kaybolmazsın. Ama bana yeni gözün için en doğru yeri göstermen lazım. Sence kayıp kız neresinde gözü olsun istemiş?


Cevap, alnın ortası veya başın arkasında değil.

Eh, Mehmet'in bile bulduğu üzere parmağında.