Slovaj Žižek’in David Lynch’in Kayıp Otoban (1997) filmi üzerine yazmış olduğu “David Lynch Ya Da Gülünç Yücenin Sanatı” isimli kitabı temel olarak filmde fantazinin nerede başladığı ve gerçekliğin nerede sona erdiği gibi bir meseleye odaklanıyor. Bu meselenin çıkış noktasının altında Žižek’in filmin döngüsel yapısı içerisinde (i.e., filmin hemen başında interfonundan “Dick Laurent öldü.” cümlesini duyan Fred’in filmin sonunda interfona bu cümleyi bizzat kendisinin söylemesi ve böylelikle de filmin çizdiği anlatısal çemberin, Žižek’in ifadesiyle “iki moment arasındaki zamanın askıya alınmasında gerçekleş[mesiyle]” (sf. 45) kapanması) Fred’in Pete’ye, Renee’nin ise Alice’e dönüşmesini olanaklı kılan iki farklı ama yer yer birbiriyle içiçe geçmiş anlatıdan hangisinin gerçekliği, hangisinin de fantaziyi gösterdiğini sorgulaması yatıyor. Žižek, filmin birinci bölümündeki hikayenin doğrusallığını toplumsal gerçeklik olarak niteler: Bu bölüm derinliksiz, karanlık ve renksizdir. Diğer taraftan filmin ikinci bölümündeki hikayenin fantazisi bize daha güçlü ve daha dolu sunulur. Öyle ki, bu bölüm gerçek bir dünyada dolaşan ve ilk bölüme göre daha gerçek insanlara sahiptir ve daha farklı bir gerçeklik duygusunu hissettirir.
Dolayısıyla film gerçeklik ve fantaziyi birbirini dikey olarak kesen (aralarında belirli bir hiyerarşik yapı oluşturan) bir ayrıştırmayla değil, birbirlerini destekleyen, yan yana konulmuş bir duyarlıkla birbirine bağlantılandırılır. Ne var ki, gerçeklik ve fantazi arasındaki ilişkinin yatay bir zeminde tanımlanması, Žižek’e göre “filmin fantazmatik zeminin tutarlığını dağıtır” (sf. 63). Çoklu tutarsız fantazilerin varlığı aynı zamanda filmin anlaşılmasındaki çelişkilerin de müessibidir. Fred ve Renee’nin, Pete ve Alice’e dönüşümünün ardında bu ikiliklerin yarattığı kişilik meselesinin (diğer bir deyişle biri diğerinin ayna imgesi olsa da farklı kişilikler mi yoksa tümüyle bir ve aynı kişilikler mi olduğu meselesinin) çözümünü de yine Žižek’e göre gerçekliğin fantazilerin çokluğuyla desteklendiği ama bu desteğin de tutarsız olduğu düşüncesi sağlar.
Žižek’in, filmin en etkileyici üç sahnesi olarak nitelendirdiği sahneler aslında filmin okunması hususunda önemli ipuçları sağlar. Birinci sahne Bay Eddy’nin arabasını kurallara uymayan tehlikeli bir şekilde geçmek isteyen şoföre gösterdiği öfke patlamasıdır. Bu sahne aynı zamanda kitaba da adını veren gülünç yücenin Bay Eddy’de cisimlendirilmesinini temsil eder. Otoriter bir kişiliğin verdiği tepkinin gülünçlüğünün altında yatan zayıflık barizdir; keza, cinsel ilişkilerinin kısalığına Renee’nin bir bebeği pışpışlar gibi anlayışla karşılamasının Fred’de yarattığı travma da aynı tür bir zayıflığa işaret eder. İkinci sahne Gizemli Adam’ın partide Fred ile yaptığı konuşmadır. Gizemli Adam, bir şekilde, Fred’in bilinçdışında yarattığı kötülüğünün, ruhsal durumunun en yıkıcı yönünün temsilcisidir. Tıpkı Bay Eddy gibi ciddiye alamayacağımız bir kötülüğün, bir gülünç yücenin örneğidir. Üçüncü sahne ise filmin ikinci yarısındaki Alice’in pornografik görüntüsüdür. Lynch’in diğer filmlerinde yarattığı kaotik ortamın bir femme fatale’da cisimlendirilmiş hali olan Renee/Alice’in bu görüntüsünün gerçekliği bize, Žižek’in de söylediği gibi, Magritte’in “bu bir pipo değildir” resmindeki fikrini yansıtır. Pek tabii ki filmde Renee ve Alice’de ifadesini bulan noir femme fatale versiyonu, klasik noir ve postmodern noir versiyonlardan farklıdır. Lynch’in evreninde gerçeklik ile gerçekliğin yanına iliştirilmiş olan ve onu destekleyen fantazinin gösterdiği aşikardır. Elimizde iktidarsız toplumsal gerçeklik ve şiddetin biçimlendirdiği acımasız fantazmadan başka bir şey kalmamıştır.
İster toplumsal olsun, ister fantazmatik olsun, gerçekliğin ifadesi bu şekliyle sınırlı olmasa gerek. Bulunan video kasetlerden sonra kasetleri sorgulamak için eve çağrılan polis memurlarından bir tanesi Renee’ye video kameraları olup olmadığın sorar. Renee olmadığını, Fred’in video kameralardan nefret ettiğini söyler. Polis memurunun sorgulayan bakışlarına Fred cevap vermek zorunda kalır: “Olayları kendi tarzımda hatırlamayı severim.” Polis memuru anlamamıştır, üsteler, ne demek istediğini sorar. Fred’in cevabı gerçeklikle ilgili başka bir boyuta taşır bizi: “Olayları nasıl hatırlıyorsam öyle hatırlamayı severim. Gerçekte meydana geldikleri şekilleriyle değil.”
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder