Felsefe, çevre, politika, futbol, mutlaka ama mutlaka sinema. Biraz ondan, biraz bundan, canı istedikçe çıkan blog. Hayata dair ama tabii ki bana ait. Evet, isyan!

Cuma, Mart 31, 2006

astronotu öldürmek

Astronotu öldürmek ya da topu havaya dikmek. Futbol argosunda gerçekten yaratıcı deyimler var. Örneğin:
agd olmak: kotu bir calim yiyerek dengesini kaybetmek.
bacağını eline vermek: rakibini ikili mücadelede kotu sakatlamak.
çift yumurta sarısı olmak: iki sarı karttan kırmızı kart görmek.
çokoprens almaya göndermek: etkili bir çalımla rakibini geçmek.
çuval: çok gol yiyen kaleci.
dansa kaldırmak: futbolcunun rakip oyuncuyu top sürmek ya da koşmak konusunda engellemek için sarılması.
dilenci çükü gibi girmek: çok zorlanarak gol atmak.
di büdü şakire dudu: dört büyükler için anadolu takımları taraftarlarınca alay yollu olarak kullanılır.
el şeyde beklemek: hiç koşmadan kendisine pas verilmesini bekleyen beleşçi forvetler için söylenir.
eşeği götünden yemlemek: kötü pas vermek.
kızı kaçırıp babasına iade etmek: penaltı kaçırmak.
Tam liste:
http://www.pisburun.net/betikyurdu/argo/index.htm

hatim şut!

Hatim Şut. Finito. It's over. Bitti.
(Salman Rushdie'nin "Harun ile Öyküler Denizi" kitabının kahramanlarından birisi. Hatim Şut'un ne demek olduğu kitapta yazıyordu ama Rushdi'nin bu kelimenin orijinali olarak ne kullandığını merak ettim ve biraz araştırmayla Khattam Shud olduğunu buldum. Ha, ne işine yaradı diyeceksiniz. Sadece merakımı gidermiş oldum. Ama kelime zaten Fars kökenli, bunun İngilizce yazılış şekli bu. Zaten Hatim kelimesi TDK sözlüğünde de son anlamında geçiyor.)
Tez bitti, tez bitmedi belki ama sonunda bitti.
İyi biten herşey iyidir.
Hatim Şut.

yeşil gol

Goller bu sefer küresel ısınmaya karşı atılıyor. Kitlesel spor etkinliklerinin genelde göz ardı edilen çevresel etkileri Almanya'da düzenlenecek olan 2006 FIFA Dünya Kupası'nda en aza indirgenmeye çalışılacak. Yaklaşık 3.2 Milyon seyircinin, 15000 gazeteci ve 12000 gönüllü ordusuyla birlikte 64 kupa maçını izlemek için Almanya'ya gelmesiyle birlikte oluşacak su, atık, enerji ve ulaşım kaynaklı çevresel sorunların ötesine geçebilmek amacıyla kurulan yeşil gol inisiyatifi, dünya kupası sırasında oluşacak yaklaşık 100 bin tonluk sera gazı salınımın etkisini de azaltmayı hedefliyor. Birleşmiş Milletler Çevre Programı(UNEP)'nın Kupa organizasyon komitesi ile 2005 Eylül'ünde yaptığı anlaşma, Haziran ayında başlayacak turnuvanın bu tarihe kadar yapılmış en çevre dostu etkinlik olabilmesi için gerekli önlemlerin alınmasını da içeriyor.
Bunun için atıkların gerek stad içinde ve gerek dışında daha verimli ve çevreci bir şekilde yeniden değerlendirilerek daha az atık üretilmesinin ve ortaya çıkacak atıkların en hızlı şekilde yok edilmesinin sağlanması, sera gazları salınımının artmasının en önemli nedeni olan artacak ulaşım talebinin toplu taşıma araçlarıyla minimize edilmesini, stadların aydınlatılmasından, havalandırılması ve ısıtılmasına kadar gerekli kaynakların daha teknolojik ve temiz enerji kullanımıyla sağlanması, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı ve kullanılan temiz suyun gereksiz tüketimin en az indirgemek için gerekli önlemlerin alınmasını içeriyor.
Pek tabii ki bunların hepsinin yapılması sonucunda bile sera gazı salınımlarında artış engellenemiyecek. Bu yüzden de yeşil gol 'ün hedeflerinden birisi olarak Kyoto sözleşmesinin Temiz kalkınma Mekanızması dahilinde Hindistan'ın Tamil Nadu bölgesinde tsunamiden zarar görmüş köylülere yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanacakları bir şekilde köylerinin yeniden inşasına yardım etmek olacak. Bunun için Alman Futbol Federsayonu projede kullanılmak üzere 500000 Euro ayırmış durumda.

Cuma, Mart 24, 2006

bulanık

Yaz tatillerinde hiç bir şey yapmadan geçen günler. Elinde nereden bulduğunu bilmediğin sütçocuğu yüzbaşı Tommiks, direnişçi Teksas veya sihirbaz Mandrake. Sıcağin tepede olduğu ve biraz da zorunluluktan evde geçen saatlerde aynı sayının defalarca okunması, yatağın üzerindeki uyuşukluk, lojmanın koridorunda kardeşle beraber yaratılan oyunlar, çorapların bir araya getrilmesiyle yapılan toplar, sonu mutlaka kavgayla biten maçlar. Akşam saatiyle sokağa iniş, özgürlük saatleri. Günlerin geçişine çakılan selam, mutlaka deniz kenardında yapılan tatil ve okulun başlayışı. Arada sırada çıkartılan ekstra aktiviteler, spor salonunda boyumuz uzasın diye gönderildiğimiz basketbol kursları. Tüm yaz tatilinin belki de boşa harcanışı. Olması gerektiği gibi geçti sanırım.

Çarşamba, Mart 22, 2006

akşam

Tartışmaya son nokta:
"Akşam herkesin kabul ettiği kadar akşamdır". (İsmet özel)

Perşembe, Mart 09, 2006

özgür iradeye deneysel bir yaklaşım

Özgür irade ve bilinçlilk konusuna nörofizyolojik bir yaklaşım olarak Libet'in bir makalesini okudum. Libet, özgür iradeye bağlı (ihtiyari, kendi isteğiyle gerçekleşen) hareketlerin hareketin başlamasından yaklaşık 550 milisaniye öncesinde özel bir elektriksel değişim ( "readiness potential (RP)" hazır olma potanisyeli) ile öncelendiğini gösteriyor. İnsan deneklerin harekete geçme niyetleri RP başladıktan 350-400 milisaniye, hareketin tam gerçekleşemesinden ise 200 milisaniye öncesinde farkında oldukları da gösteriliyor. Libet'e göre irade sürece bilinçsiz olarak başlamasına rağmen; bilinçlilik, hareketi veto etme veya etmeme, yani harekete olur verme konusundaki kontrolde açığa çikiyor.
Burada ilginç nokta şu: Bir hareketi yaptiğimız anda onu seçmiş bulunuyoruz. Yani hareketi yaptığıımız an zaman olarak sıfır anı ise, hareketi yapmayı seçme anımız zaman çizgisi içerisinde eksi bir noktada duruyor. Yani zaman içerisinde geriye doğru bir yönelim var. Tüm bunları ise şöyle okumak mümkün: Bir hareketi yapmayı seçiyorsak, öncesinde o hareketi seçmeyi seçmemiz gerekiyor. Hareket, hareketin yapıldığı anda değil, daha öncesinde yapılmış oluyor. Ve hareketin 200 milisaniye öncesine kadar da bu hareketi yapıp yapmayacağımız belli değil. Hareketi yapmak için hazır olma durumu 550 milisaniye öncesinde başlıyor ama geçen 350 milisaniye içerisinde hareketi yapmayı onaylayıp onaylamıyacağımız belli değil. Ne olursa olsun, hareketi başlatma işi belli bir özneye (agent) bağlı değil, ki bu da özne nedensellemeye karşı geliştirilebilir bir argüman olsa da, hareketi onaylama mekanızması bir öznenin eli altında. Keza bu nokta da bilinçli bir sürecin başlama noktası. Kısacası özne nedenselleme hala sapasağlam duruyor.

Cuma, Mart 03, 2006

çeviri mevzuu


Çevirmenlik zor zanaat. Kendi yaptığım amatör çevirilerden de bildiğim kadarıyla gerçekten de uğraşı gerektiren, bunun yanında çevridiğiniz dile hakimiyetinizi sınayan, çevirirken de öğrendiren bir iş. Dil biliyorum diyen herkesin bile üstesinden kolay kolay gelemeyeceği bir zorluklar bütünü. Çevirmenin çevirirken, çevirdiği kitabı yeniden yazdığını düşünmüşümdür. Pek tabii ki bir şiir kadar olmasa da, keza şiirdeki özgürlüğü bulmanız her zaman olası değildir, roman çevirmek de başlı başına yeni bir yazmadır. Bu da çevirmene istediği özgürlüğü verir. Peki bu özgürlük yazarın kendi çevirdiği kitabı da sansürlemesi hakkını da doğurur mu? Pek tabii ki değil. Eğer kitap hoşunuza gitmiyorsa çevirmezsiniz olur biter, yok kitap da hoşunuza gitmeyen paragraf(lar), satırlar varsa da herşeyden önce okura saygınızdan dolayı da sansür mekanızmanızı harekete geçiremezsiniz. Kitabınızda 1453 yılı "gülyabanilerin" geliş yılı geçiyor diye bu cümleyi Türklüğe hakaret gibi bir mefhum içerisine koyarak sansürlemeniz de doğru değildir, olamaz. Gerçekten de bu çeviri olayını "Çılgın Türkler çeviri işinde" gibi içinde Çılgın Türklerin olduğu Cin Ali serisine de sokmanızı mümkün hale getirir.
Bir de (tekrar olacak ama) Perec'in Disparation (Kayboluş) romanıyla ilgili, daha doğrusu çevirisiyle, olarak yeni tartışmalara var. Hani şu "e" harfinin hiç kullanılmadığı kitap. Gerçi kitabın yazarı gereken cevabı vermiş. Örneğin kitapta 5. bölüm neden atlanmış (ve çeviri de 6. bölüm olmuş) da, yok kitaba olmayan bölümler (26 bölüm yerine 29 bölüm) eklenmiş ve çevirmen de orjinal kitapta olmayan şeyler yazmış şeklinde. Çevrimenin lafı gediğine sokarak verdği cevapta, orjinal kitapta 5.bölümün olmamasının nedeni (bir düşünün bakalım) "e" harfinin alfabede 5. harf olması, ve bu harf Türkçe'de 6. harf olduğu için, ve evet doğru tahmin, Türk alfabesi 29 harften oluştuğu için çevrimenin kendi tercihi doğrultusunda yeni bölümler eklenmiş olmasından kaynaklanıyor. Bu tercih sorunsalı İspanyolca çeviride "e" harfi yerine "a" harfinin kullanılmasına da vesile olmuş yine aynı cevapta öğrendiğimiz üzere.
Bu polemik devam eder gibime geliyor..