Felsefe, çevre, politika, futbol, mutlaka ama mutlaka sinema. Biraz ondan, biraz bundan, canı istedikçe çıkan blog. Hayata dair ama tabii ki bana ait. Evet, isyan!

Salı, Ocak 30, 2007

Demek ki

Kendimi onun yanında çok acemi ve toy hisseder, bu yüzden de olduğumdan daha becereksiz davranırdım.
Hayatın sandığımızdan daha derin, dünyanin daha anlamlı bir yer olduğunu hissetmek için insanın gece yarisi çarpan pencerelerin gürültüsü, perdeler arasından karanlık odanın içine esen bir rüzgar ve gökgurültüleriyle uyanması mi gerekiyor?

Pazartesi, Ocak 29, 2007

tutuklunun ikilemi

Akıl Oyunları filminin bir sahnesinde bara yeni giren bir kız grubuna aralarında John Nash'in de olduğu bir erkek grubu ilgi gösterir. Ama bu ilgiyi en çok çeken içlerindeki en güzel kızdır. Hepsi bu kıza olan ilgilerini belli eder, diğerlerini kaale almaz. Ama Evraka! John Nash'in aklına birden bir pırlıtı gelir. "Eğer hepimiz en güzel kıza ilgi gösterirsek, aramızda sadece birisi başarılı olur, diğerleri açıkta kalır. Eğer aramızda anlaşır kızları bölüşürsek herbirimizin şansı daha çok olur." Sonrasında Oyun Teorisini geliştirerek ünlenecek bu şizofren matematikçinin bahsettiği şey rekabetin ve işbirliğinin kullanabileceği bir denge kavramıydı.
Buna uygun bir senaryo ise tutuklunun ikilemi senaryosu. İki şüpheli bir soygun sonrasında tutuklanmışlardır, ve ayrı odalarda sorguya çekilmişlerdir. Sorguyu yapan polisler şüphelilere bir öneride bulunurlar. Eğer süphelilerden birisi suçunu itiraf eder, diğer süpheli reddederse, suçunu itiraf eden serbest kalacakken diğeri 10 yıl ceza alacaktır; eğer suçu ikisi de reddederse beşer yıl, eğer ikisi de itirafta bulunursa ikişer yıl alacaktır. Bu durumda tutukluların nasıl cevap vereceği, ya da nasıl bir strateji geliştireceğine dair bir yaklaşım bulmak gerekmektedir. Birbirlerinden habersiz karar vermek zorunda kalan şüphelilerin vereceği en makul karar itiraf etmektir. Bu sonuç Nash dengesini verir, zira her iki şüpheli de rakibinin itiraf stratejisi karşısında kendi stratejisini değiştirmek istemez.

Çarşamba, Ocak 24, 2007

301 kere

Bir ölümün ardından ne söylenebilir ki? Söyleyenler, kalemi güzel tutanlar, sevdiklerimiz yazmışlar ardından Hrant Dink'in. Aynı şeyleri söylemek istemiyorum.
Sadece Türkiye'de bu ortamın yeşermesine izin verenler; milliyetçiliği kendi arka bahçeleri olarak görüp yapılanlara ses çıkarmayanlar, içten içten destekleyenler, doğrudan destekleyenler; önce dini keşfedip müslüman, sonra ırkı keşfedip ulusalcı-milliyetçi-yurtsever-vatansever olanlar, bunları kendi politikalarına alet edenler; farklı düşünenlere, farklı kimliklere, farklı olan herkese, herşeye vatan-haini yaftası yapıştıranlar; gündelik hayatlarını komplo teorileriyle doldurup," Türk'ün Türk'ten dostu yok, bizi bölmek istiyorlar" zavallılığında hayatı görenler, e-postaları bu zırvalarla dolduranlar, birbirlerine "okuyun, okutun" diye iletenler; cinayeti milliyetçi duygularla işlemiş diyerek gizli onay verenler, verebilenler; onlar değişmeyecekler.
Ama Ermeni'yiz, Ermeni kalacağız diyenler de olacak.

Cuma, Ocak 19, 2007

Televizyonda

Kars'ta gezici film festivalinden bahsediliyordu. Ekrana Kars'taki etkinliklerden bahsederken barımsı bir ortamda bilindik tınıları söyleyen çok hoş, güzel bir kadın çıkıverdi. İçimden Kars'ın gece hayatının renkli olduğunu geçirdim. Kamera şarkıyı söyleyen kadına doğru yaklaştığında, televizyondaki sesten bir milisaniye önce kafamda patlayaverdi: Şarkıcı Vildan Atasever'di. O, şarkıyla beraber bir o yana bir bu yana dönerken, vucudunu takip eden sarı saçları da salınıyordu. Replikas'ın elemanlarını da farkettim bir süre sonra. Kars'ta Replikas şarkıları söyleyen güzel mi güzel bir şarkıcı kız. İlgi çekebilirdi, ünlü olmasalardı.