Felsefe, çevre, politika, futbol, mutlaka ama mutlaka sinema. Biraz ondan, biraz bundan, canı istedikçe çıkan blog. Hayata dair ama tabii ki bana ait. Evet, isyan!

Cuma, Temmuz 14, 2006

Kyoto Sözleşmesi ve Türkiye (A)*

(A)*: Dikkat! Akademik özellikler barındırır. (Kısacası, ilgisi olmayanları bayabilir.)

"Türkiye, BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi kapsamında ve sürdürülebilir kalkınma ilkesi doğrultusunda, bir yandan kalkınma hedeflerini gerçekleştirirken, diğer yandan iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin azaltılmasına yönelik olarak yürütülen bu küresel ortak eylemde yerini almak için sözleşmeye 24 mayıs 2004 tarihi itibariyle 189. taraf olarak katılmıştır. "

Türkiye, Kyoto Sözleşmesi'ni imzalamamış olmasına rağmen Sözleşmeye taraf ülkelerden birisi. Sözleşmeye taraf olması ise Sözleşmenin yükümlülüklerini yerine getirme anlamına gelmiyor. Hatta Sözlşemeyle ilgili eleştirileri de bertaraf etmek konusunda yardımcı oluyor, küresel ısınma sorunlarını halının altına süpürülmesine hem içte hem de göz boyayarak yapılmasını sağlıyor.

"Türkiye’nin küresel ısınmaya sebep olan karbondioksit (CO2)emisyonu üretme bakımından kişi başına düşen sorumluluğu diğer OECD ve Avrupa Birliği ülkelerine göre daha azdır." "Türkiye kalabalık nüfusuna rağmen ekonomisinin küçük olması nedeni ile, karbondioksit emisyonları açısından, hem toplam, hem de kişi başına yıllık değerlerleriyle, OECD ülkeleri arasında arka sıralarda yer almaktadır Türkiye'nin kişi başına elektrik tüketimi de aynı şekilde, OECD ülkeleri arasında sonuncu gelmektedir. Türkiye’de enerji üretim ve tüketimi hızlı bir artış göstermekle birlikte, henüz yeterli düzeye ulaşılamamıştır. Ayrıca, kişi başına toplam birincil enerji arzı açısından, 1,07 TEP/kişi olan Türkiye değerinin dünya ve OECD değerlerinin altında olduğu görülmektedir."

İşine geldiği zaman dünyanın en büyük 20. ekonomisiyiz diye övünüp iş salımların azaltımı konusuna gelince ama bizim ekonomimiz küçük, salımlarımız diğer ülkelere göre düşük demek bir çeşit ikiyüzlülüğe işaret etmez mi? "Bizim küresel ısınma konusunda suçumuz yok, dünyanın iklim değişikliği konusunda geldiği durumda sorumluluk size ait, siz nasıl gelişirken, endüstiriyelleşirken hiç bir kurala bağlı kalmadan olarak bu gazların salınımını yaptıysanız, biz de sizin geçtiğiniz yollardan geçerken aynı şeyleri yapacağız. Ne zaman ki sizin gelişmişlik seviyenize geliriz, o zaman oturup konuşuruz. O zamana kadar bizim de kirletme hakkımız var" mantığına karşı ne söylenebilir ki? İyi de biz de aynı gezegende yaşamıyor muyuz? Bizim de dünyalı olarka sorumuluk almamız gerekmez mi? Sadece bizim değil, ekonomileri bizden daha hızlı büyüyen Çin'in ve Hindistan'ın da bu sürece dahil edilmesi gerekmez mi? soruları geliyor aklıma.

"Türkiye’de elektrik enerjisi talebi, ağırlıklı olarak termik ve hidrolik kaynaklardan karşılanmaktadır. Jeotermal ve rüzgar enerjisi gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının payı ise henüz hayli düşüktür. Termik üretimde, enerji kaynakları arasında linyit önemli bir yer tutmaktadır. "

Bir de buna nükleer enerjiyi eklemek gerekecek ileriki dönemler için. Nükleer enerjiyi kullanım bizi nükleer ülke sınıfına getirmeyecek ki. Sadece atom santraline sahip bir ülke olacağız. Çünkü, nükleer teknoloji kullanımı tamamıyla dışa bağımlılığa bereberinde getirecek. Türkiye'de potansiyeli fazla biyoyakıtların kullanımı, en azından yerel düzeyde enerji ihtiyacını sağlanmasında dışa bağımlılığı azaltabilecekken, aynı şekilde rüzgar enerji potansiyeli tamamıyla gözardı edilirken olcak bunlar.

"Türkiye tüm bu gerçekler ışığında, uluslararası anlaşmalara uymakla birlikte her şeyden önce ekonomik büyümesini sektörel kalkınma politikalarında çevre boyutunun gözetildiği sürdürülebilir kalkınma anlayışı çerçevesinde gerçekleştirmek zorundadır." (İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Ve Türkiye Raporu'ndan)

Yani nasıl bir sürdülebilir bir kalkınma anlayışıdır ki bu işin içinde gelecek kuşakların küresel ısınma sorununu göz ardı etmekte beis görmüyor?

Salı, Temmuz 11, 2006

Resim ve Tasvir (3)


Bir zamanlar bir Danimarka krali varmış. Bu kral merdiven çıkmaktan hiç hazzetmezmiş. Bir gün başmühendisini çağırmış yanına ve "Bana öyle bir kule yap ki merdiven çıkmak zorunda kalmayayım" demiş. Mühendis, düşünmüş taşınmış ve asansörü bulmuş, demiyeceğim çünkü henüz 17. yüzyıldayız o zamalar, nerede o asansör teknoloijisi. Neyse, mühendisimiz asansörü bulmak yerine kolay yolu seçmiş ve içerisinde kralının hafif eğimle yolda yürür gibi çıkabileceği bir kule yapmış. Kral da çok mutlu olmuş.
- İyi ama kral, merdivenlerin çıkmasının zor ama inmesinin kolay olduğunu bilmiyor muymuş?
-Üfff, kral işte, tembel adam, ne olacak.

Salı, Temmuz 04, 2006

Resim ve Tasvir (2)



Resime baktığımda kafamda bu merdivenlerden kimin ineceği sorusu vardı. Nedendir bilmem, cırtlak kırmızı elbisesi, kırmızı şapkası, topuklu ayakkabıları ve pürüzsüz cildiyle, Hollywood filmlerinden fırlamış bir aktris beklediğimi düşündüm. Sonra aklıma bir duvar saati geldi, her tik-takıyla atılan bir adımın topuklu ayakkabıdan çıkan sesinin tuğla duvarda çınlamasını istediğim. Her saniyede yavaş yavaş aşağı indiğini bildiğimiz bir kadın. Ama ne yazık ki ne zaman karsımıza çıkacağını bilmediğimiz birisi.

Cumartesi, Temmuz 01, 2006

2. şahıs hikayeleri (2): nibbana

Tayland'lı arkadaşınla konuşurken Budizm hakkında bilgi almaya çalışırsın. Genelgeçer veya kulaktan duyma bilgilerinle "şu nedir, bu nedir" şeklinde sorular sorarsın, o da elinden geldiğince sana bilgi verir. Sıra nirvanaya gelir. "Nedir şu nirvana mevzuu, mirim" dersin? "Nasıl ulaşılır, harbiden de uçuyor musunuz" diye geyik modu yüksek sorular sorarsın. O ise elini gitar gibi yapar ve cevap verir, "Haa, Nirvana, müzik grubu. Severim" der.
Sonradan öğrwenirsin, senin Nirvana diye bildiğinin aslı Nibbana'dır. Karmanın aslı Kamma olduğu gibi..