Felsefe, çevre, politika, futbol, mutlaka ama mutlaka sinema. Biraz ondan, biraz bundan, canı istedikçe çıkan blog. Hayata dair ama tabii ki bana ait. Evet, isyan!

Cumartesi, Kasım 26, 2005

gerçek vs taklit

Paris'te Louvre müzesindeki Mona Lisa tablosunun onunde beni heyecanlandıran eserin çok unlu oluşu değildi. Beni heyecanlandıran bu kadar kopyası, reproduksiyonu veya reproduksiyonunun reproduksiyonu yapılmış bir eserin gerçeğinin görme, kaynağına ulaşma arzusuydu. İmge ile gerçek arasındaki farkın sorunların başladığı noktadır bu. Mona Lisa bir görüntüdür, resmedilen o kadının, (yada her kimse o) gerçeğin görüntüsüdür, imgesidir. O ünlü resimde çoğaltılmadan önce kanlı canlı gerçektir, ama tuvale döküldüğünde görüntü halini alır, gerçekliğini yitirir. Farklı düzlemde de olsalar, sorun değişmez: peki gerçek hangisidir? Louvre'da müzede orijinali olarak gösterilen tablo mudur gerçek? Peki o tablonun gerçek olduğunu kim biliyor ki? Belki de insanların yoğun ilgisi, çalınma korkusu veya herhangi bir başka nedenden ötürü müze yönetimi gizli bir kararla gerçek tabloyu saklama kararı aldı, veya hırsızlar çok ustalıkla gerçekleştirdikleri bir planla tabloyu çaldılar, ve tepkilerden korkan yönetim tablonun yerine taklidini koydu. Ve orada büyük merkla hazla resme bakanlar gerçek sanılan taklidine övgüler yağdırdı.
Ya da gerçek sandiğımız Mona Lisa diye birisi yoksa? Da Vinci kendinei resmettiyse orada, aynadaki imgesini resmettiyse bir kadın yüzünde? Sorunlar biraz daha karmaşıklaşmaya başlar o zaman. Aynadaki görüntüsü, imgesi tabloya dömülen bir gerçek. Taklidin gerçeği. Ve o gerçeğin kopyaları, reprodüksiyonları. Kaynağın bile taklit olduğu bir gerçekten bahsetmeye başlarız o zaman. Başa dönersek eğer, imgenin gerçeği altetmesidir elimizde kalan, daha da genelleştirirsek kenidmiz kandırmaktır yaşam. İşte bu yüzden Foucolut kapağında bir pipo resmi olan kitabıbı adını "bu bir pipo değidir" koymuştur. Bu bir pipo değildir, görüntüsüdür.

Pazartesi, Kasım 21, 2005

hypercomputation vs computation


Yukardaki şekil, computational(hesaplanabilir) olan ile olmayan arasındaki sınırı çiziyor. Bu çizgiyi belirleyen ise Turing limiti. Sonuçta computation kavramının çıktığı nokta da Turing'in makineleri. Eğer Turing makinelerinin hesaplayamayıcağı (en azından) matematiksel fonksiyonlar varsa bu da bir computationalizme tezahür edebilir mi? Eğer ediyorsa, ki evet eder, bu nokta da hypercomputationalizme taşır ve insanları birer superminds olmaya götürebilir.

Cumartesi, Kasım 12, 2005

Manderlay

Menderlay Lars von Trier Amerika üçlemesinin ikinci filmi. İlk film olan Dogville'i film Dacadır diye seyretmemistim. Bayağı bir reklamı çıkmıştı. Fena etmişim, film ingilizceymiş, ama nerden bilebilirdim ki. Zaten sinema çok pahalıdır Danimarka'da, 75 DKK. Bir de üstüne yol parası. Aha birde oradan bara felan gidip gece otobüsüne kaldı mıydın, bir film keyfi olur sana 200 DKK. Aman ben almıyım, kültür neyim gıdamı Türkiye'de alırım diye gçiştirmeye başlıyorsunuz bir süre sonra.
Neyse, film ilki gibi, teatral duzende, super bir duzende başlıyor. Başlarda biraz rahatsızlık duyuyorsunuz bünyede ama bir sure sonra alişiyorsunuz dekora. Hatta hosunuza bile gidiyor bu Brechtian atmosfer. Film ise oldukça politik ve ABD'nin sözde değerlerine doğrudan bir saldırı. Ozellikle filmin sonundaki fotograflar herşeyi anlatıyor zaten diyorsunuz.
Filmin unutulmaz sahnelerinde ise beyazların yuzlerinin siyaha boyattırılıp siyahlara yemek servisi yaptırıldığı bir sahne var. Film aslında tamaıyla bir demokrasi eleştirisi olarka da okunabilir. Hürriyet gazetesinde "filmden diktatör yanlısı olarak da kalkabilirsiniz" diye bir yorum vardı. Aslında bu, bütün demokrasi oyunlarında ortaya çıkacak bir şey. Demokrasinin de aslında bir çeşit kölelik olduğunu ve ellerinde silah, gangsterlerin siyahlara demokrasi oyunu oynattıklarını düşününce nedense aklıma Türkiye geliyor.
Bu arada ben bu yönetmenle aynı semtte yaşadım yav..

Pazartesi, Kasım 07, 2005

Determinizm ve özgür irade

Determinizm ve özgür irade arasındaki ilişkideki en önemli soru özgür iradenin determinizmle tutarlı olup olmadığıdır. Determinizm, bir nedensellik(causality) imidir, varolan her olayın bir nedeni vardır, varolan bir olayın olma nedeni geçmişte olmuş olayların örgüsüdür, ki bu aynı zamanda geleceği de belirleyecek bir olgudur. Belirli koşullar altında her olay, belirli bir sonuca ulaşır. Determinizme en önemli kanıt Newton fiziğidir. Örneğin, iki bilardo topunun belirli hız ve yönde atıldığındaki çarpışma sonucu topların durumunu bilebiliriz. Peki, eğer determinizm var ise özgür iradeden bahsedebilir miyiz? Nasıl olsa herşey belirlendiyse, yaptıklarımızdan sorumlu tutulabilir miyiz? Özgür irade sahibi insan ne kadar özgürdür? Kuantum fiziğiyle kanıtlanan indeterminizm, özgür irade için geçerliyse, her şey bir "randomness" mı içerir, herşey bir raslanntı sonucu meydana mı gelmiştir? Her şey rastlantıysa biz ne kadar özgür olabiliriz? Yaptıklarımızdan ne kadar sorumlu tutulabiliriz?
Benim açımdan diğer önemli konu ise determizimin hesaplanabilirlikle (computability) olan ilişkisidir. Determinist olan herşey hesaplanabilir mi? Ornegin bilardo toplarının çarpışması oldukca determinist bir olaydır, ve topların ilk hızları ve konumları (ve diğer constraintler, sürütnme gibi) bilindiği sürece kolayca hesaplanabilir. Keza eğik atışla atılan bir topun nereye çarpacağı da (belirli etkilerinde göz alınmasıyla, örneğin havanın direnci) mutlka süretle belirlenebilir. Pek tabiiki Newton fiziğinin sınırları(constaraints)içersinde, örneğin 10 üzeri 15 lik kesinlik içerisinde yapılabilir. Peki determinist olup da hesaplanamaz olaylar da var midir? Penrose'a göre vardır. Hatta örnekleri de olabilir bunun, yaratılacak bir "toy model universe" içerisinde rahatlıkla gösterilen. Boyle bir evren içersinde yaratılan düzlem içerisinde hangi polyomino kümenin kullanılacağına dair bir hesaplanabilir bir prosedür yoktur.
Aynı şekilde daha da ileri giderek hesaplanamzlığın derecelerinden bahsedebiliriz. Gödel'in teoremleriyle başlayan Turing'in "oracle makinesi"yle devam eden ve sonunda quantum computability ve bazı farazi "hypercomputer" lar (accelerating turinng machine vs.) gibi bir derecelendirme içerisinde özgür iradenin yeri neresidir. Hah, işte zurnanın zırt dediği yer burası.
(to be continued)

Cuma, Kasım 04, 2005

Le capitalisme n'a pas la cote chez les Français

Liberation gazetesinin haberi. Fransızlar arasında yapılan araştırmanın sonuçları oldukça ilginç.
(http://www.liberation.fr/page.php?Article=335983)

Le capitalisme n'a pas la cote chez les Français

Alors que se multiplient les livres critiques, près de deux Français sur trois, selon notre sondage, rejettent le capitalisme et le pouvoir des actionnaires.
Entre le capital et les Français, c'est le grand désamour. Le sondage réalisé par LH2 pour Libération (1) est absolument catégorique : selon le panel interrogé, l'opinion publique rejette le capitalisme à près des deux tiers des voix. Le libéralisme économique ne se porte pas mieux. Le socialisme semble lui (de peu) majoritaire dans le pays (51 % d'opinions positives). Un résultat surprenant, tant la libre entreprise semblait faire consensus. Selon François Miquet-Marty, directeur de LH2 Opinion, ce palmarès «révèle certes la difficulté, déjà connue, de la société française à accepter l'idée de libéralisme économique, mais il désigne surtout l'ampleur du malaise suscité par la notion de capitalisme, alors que ce dernier n'a jamais été mieux établi». Alors, Marx pas mort ? A entendre certaines réponses, on pourrait le penser. Ainsi, 41 % des interrogés décrivent le capitalisme comme «l'exploitation de l'homme par l'homme», et 45 % comme «l'accumulation des richesses» par un petit nombre de personnes.
(...)