Felsefe, çevre, politika, futbol, mutlaka ama mutlaka sinema. Biraz ondan, biraz bundan, canı istedikçe çıkan blog. Hayata dair ama tabii ki bana ait. Evet, isyan!

Perşembe, Mayıs 31, 2007

Düz Yazı 100 Blog

Yıllar önce Haydar Ergülen’in Express Dergisi’nde yazmaya başladığı bölümün adıydı Düz Yazı Yüz Yazı. Genelde şiir ve metin üzerine yazılan ağır metinlerdi bu bölümdeki yazılar. O dönem haftalık olan çıkan Express dergisinde hep merak etmiştim 100 yazıyı nasıl bitirebileceğini Ergülen’in. 100 yazı 100 hafta demekti. Ne var ki, Express çeşitli sorunlardan aylık hale gelince bitmesinin yılları bulacağını da düşünmedim değil. Ama zaten aylık olana kadar da bayağı bir bölüm yayınlanmıştı. Ergülen bitirdi bu yazıları ve hatta sonradan kitaplaştırdı da.
Dün bu blogdaki yazıların 99’u bulduğunu görünce hemen aklıma gelmişti Express’teki Ergülen’in bölümünün başlığı. Bugün, ne şans ki, Radikal’de Teoman (!), Ahmet Erhan’la yaptığı söyleşiye bu hatırlatmayla başladığında (Teoman, Haydar Ergülen’in bölümünün başlığını yazmamıştı, belki de hatırlayamamıştı) acaba oradan mı hatırladı diyenler olmasın diye söylüyorum bunları.
Bugün benim bu 100. blogum.
Kimsenin tavuğuna kışt demeden.
Teşne olmadan,
hayhuylara girmeden,
metazori olmayan, ama
elimi bloglamanın temiz sularında yıkayan kolaycı bir tavır sergilemeden...
Ne diyorum ben ya?
...
Ne diyorum ben ya?

Neyse saçmalama hakkımı kullanıyorum. 100 blogda bir olur, olmalı da.
Dedim ya kimsenin tavuğuna kışt demiyorum.
Evriibadi,
getap stendap, dontgivapdıfayt.

Çarşamba, Mayıs 30, 2007

yarın ne zamandır?

Orijinali Colonel Bagshot'a ait (Ekşi Sözlük sağolsun) Dj Shadow'un meşhur ettiği müthiş sevdiğim 6 days şarkısında geçer:
"Tomorrow never comes until it is too late"
Şunu düşündüm: Yarın veya ertesi gün zamana ait değildir, zaman bugündür veya geçmiştir, çünkü zaman yaşanmıştır, ya da yaşanmaktadır. Zaman ne olacağını bilemeyeceğimiz bir mefhum değildir, olmamalıdır, yıllar geçerken arkamızda bıraktığımız ne kadar tarih olsa da zaman bu anı da içerdiği için farklıdır. Keza, yarın olduğu zaman bugün halini alır, bugün olduğu zaman zamana aittir, yarın geldiği zaman çok geçtir, çünkü yarın artık bugündür (böyle bi dizi vardı, değil mi?).
(Aslında güftede geçen bu satır, şarkının Arap-İsrail 6 gün savaşına binaen savaş karşıtlığını desteklediğinden farklı düzlemlerde değerlendirilmeli.)

Klibini Kar Wai Wong'un çektiği şarkının YouTube linki bu:
http://www.youtube.com/watch?v=iZKeSNZhm18

Ama şarkının orijinal ve yavaş (belki de daha güzel) versiyonunu da içeren başka bir klip linki de şu:
http://www.youtube.com/watch?v=Y4Kfcbf9I8k

Salı, Mayıs 29, 2007

kapak


İngiliz Penguin yayınevi okurlarının karşısına güzel bir fikirle çıkmış (bkz:). Şimdilik sadece altı yazarın altı klasikleşmiş kitabını içeren bir serinin, i.e., Jane Austin'in Emma, Marcus Aurelius'un Düşünceler, Wirginia Woolf'un Dalgalar, Oscar Wilde'ın Dorian Gray'in Portresi, Grim Kardeşlerin Masallar ve Dostoyevsky'nin Suç ve Ceza'sınının, kapaklarını kendi zevkine göre hazırlamayı okuyucularına bırakmış. Böylelikle okuyucuya kendi yaptığı kapak tasarımını bu ünlü klasiklerin üzerinde görebileceği bir hediye olarak sunabileceğini düşünmüş.
Yukardaki kitap kapağı bir örnek.

Cuma, Mayıs 11, 2007

bir dakikalık

Bir Dakikalık Öyküler, Istvan Örkrny'nin kitabının adı. Kitap, adından anlaşılabileceği üzere kısa öykülerden oluşuyor. Kısa olmasına rağmen üzerinde düşündürten öyküler deyip oldukça basmakalıp bir tanıtım yapabilirdim ama lafı uzatmadan bir kıyak yapıp bir öyküsünü koymaya karar verdim:

Satış temsilcisi Jozsef Pereszlenyi, Wartburg (plaka numarası CO 75-14) marka aracını köşedeki gazete satıcısını önünde parketti.
“Bir tane bugünün Budapest Herald’ı lütfen.”
“Kalmadı.”
“O zaman dünkünü alayım!”
“Dünkü de yok ama yarınki var.”
"İçinde film rehberi var mı?”
“Hepsinde var.”
“Tamam, yarınkini ver öyleyse.”
Gazeteyi alıp arabasına yöneldi. Film rehberini buldu. Bir mühdet sonra methini çok duyduğu bir Çekoslavak filmi (Milos Forman’ın “Bir Sarışının Aşkları”nda karar kıldı. Film, Golgotha yolu üzerindeki Mavi Göl’de oynuyordu, ve bir sonraki matine ise beş buçukta başlıyordu.
Daha zamanı vardı. Ertesi günkü haberlere göz atmaya başladığında, satış temsilcisi Jozsef Pereszlenyi’nin, Wartburg marka aracı ile (plaka numarası CO 75-14) Golgotha yolu üzerindeki Mavi Göl sinemasına bir kaç metre kala hız limitini aşması yüzünden bir kamyonla çarpıştığını ve dikkatsiz şoför Jozsef Pereszleny’nin kazada öldüğü haberi gözüne çarptı.
“Pestilim mi çıkacak? dedi, kendi kendine.
Saatine baktı. Beş buçuk olmuştı bile.
Gazeteyi katlayıp cebine koydu, direksiyonun başına geçti. Golgotha yolu üzerindeki Mavi Göl sinemasına bir kaç metre kala hız limitini aşıp bir kamyonla çarpıştı. Zavallı adam cebinde ertesi günkü gazete ile öldü.

Çarşamba, Mayıs 09, 2007

shining ve yazı

Hikayeyi herkes biliyordur: Yazdığı kitabı bitirebilmek için karısı ve küçük çocuğuyla birlikte kışın kapalı olan, ağaçlarla çevrili dağ başındaki otele kışlık bakıcı olarak kabul edilen, hem iş hem de kitap için gerekli sessiz ortamı kollayan adamımız Jack Torrence bir süre sonra kafayı çizer ve elinde balta karısı ile çocuğunun peşine düşer. Odasına kapandığı saatler boyunca daktiloyla yazdığı kitabı bitirmeye çalıştığını düşündüğümüz Torrence’ın eserine filmin bir sahnesinde ulaşırız. Yaptığı keşifle şaşkınlıktan ağzı düşen karısının olduğu kadar bizim de gözlerimizin önünde sayfalar dolusu tekrar eden tek bir cümle vardır:
“All work and no play makes Jack a dull boy.”
O ana kadar yaratıcılık sıkıntısı çektiği için halet-i ruhiyesi bozulduğunu düşündüğümüz, belki de her yaratıcılık gerektiren işlerle ilgilenlerde empati uyandırabilecek olan Jack Torrence’ın artık geri dönülemez noktasıdır bu.
Gelgelelim bu sayfalar dolusu tek bir cümleyi pek çoğumuz filmde kullanılan, Jack’i o anki durumunu anlatan bir cümle olarak görmüştür. Keza cümle içinde geçen Jack’i de adamımızın kendisi sanmışızdır.
Ne var ki, işin aslı ise böyle değilmiş. Zira, “All work and no play makes Jack a dull boy” İngilizce bir deyimmiş. “Kwai Köprüsündeki Nehir” filminde de geçen bu deyim sürekli olarak yaptığı işe zaman harcayan, ara vermeyen insanların bir süre sonra sıkılacağını, köreleceğini anlatan, bu yüzden de insanların arada sırada dinlenmesinin iyi olacağını belirtmek için kullanılıyormuş. İlginç olan filmin İtalyanca versiyonunda bu tekrar tekrar yazılmış cümle, "Il mattino ha l' oro in bocca" deyimiyle (“Erken kalkan yol alır” anlamına geliyor), Almanca versiyonunda "Was Du heute kannst besorgen, das verschiebe nicht auf Morgen" (“Bugünün işini yarına bırakma”), İspanyolca aslında "No por mucho madrugar amanece más temprano" (Erken kalksan da şafak hemen sökmeyecek), Fransızca versiyonunda da "Un 'Tiens' vaut mieux que deux 'Tu l'auras'" (Eldeki bir kuş, çalıdaki iki taneden yeğdir; Elindekinin kıymetini bil) olarak, Kubrick’in de onayıyla, çevrilmiş.
Bu arada farklı yerlerde de göndermesi var. Örneğin Simpsons’da Homer Simpson’ın “No TV, no beer make Homer go crazy” şeklinde bir cümlesi, bu filme bir gönderi. Zira, Merge bu cümleden sonra eline bir beyzbol sopası geçiriyor.
Buraya kadar ki meramın tek bir amacı vardı aslında.
Bilge Erenus'un Gece adlı kitabının son cümlesidir, daha doğrusu sorusudur: "Bunları yazmakla çıldırmaktan kurtulunur mu?" Shining’e bakınca kurtulunamazmış diyesimiz geliyor. Gelgelim, bu film zaten korku sinemasının bir örneği, hem de çok güzel bir örneği, olarak sinema tarihinde yerini alıyor. Bana kalırsa, insanın yazmakla kurtulunamayacağı bir dünya gerçekten korku dolu olurdu.

Salı, Mayıs 08, 2007

shining: sorunun cevabı

All work and no play makes Jack a dull boy. All work and no play makes Jack a dull boy. All work and no play makes Jack a dull boy. All work and no play makes Jack a dull boy. All work and no play makes Jack a dull boy. All work and no play makes Jack a dull boy. All work and no play makes Jack a dull boy. All work and no play makes Jack a dull boy.
All work and no play makes Jack a dull boy. All work and no play makes Jack a dull boy. All work and no play makes Jack a dull boy. All work and no play makes Jack a dull boy. All work and no play makes Jack a dull boy.

All work and no play makes Jack a dull boy. All work and no play makes Jack a dull boy. All work and no play makes Jack a dull boy. All work and no play makes Jack a dull boy. All work and no play makes Jack a dull boy:
-All work and no play makes Jack a dull boy.
-All work and no play makes Jack a dull boy.
-All work and no play makes Jack a dull boy.

All work and no play makes Jack a dull boy. All work and no play makes Jack a dull boy. All work and no play makes Jack a dull boy. All work and no play makes Jack a dull boy. All work and no play makes Jack a dull boy. "All work and no play makes Jack a dull boy." All work and no play makes Jack a dull boy.
All work and no play makes Jack a dull boy.
All work and no play makes Jack a dull boy. All work and no play makes Jack a dull boy. All work and no play makes Jack a dull boy.
All
work and
no play
makes
Jack
a
dull
boy.
All work and no play makes Jack a dull boy. All work and no play makes Jack a dull boy.

Çarşamba, Mayıs 02, 2007

Gemici Cem

Bir arkadaşımın başından geçen hikayedir:
Arkadaşım, bu aralar albümü de çıkan bir grubun üyesiyle bir gece önce takılmıştır. Kafaların dumanlı olduğu bir sırada grubun üyesi Haşmet, arkadaşımın cep telefonunu kullanarak grubun diğer bir üyesi olan Cem’e mesaj çekmiştir. Yalnız, mesajı grubun üyesi olan Cem’e değil, yanlışlıkla, başka bir Cem’e göndermiştir. Ertesi gün mekandan ayrıldıktan sonra hiç bir şeyden haberi olmayan arkadaşımın telefonu çalar:
-Merhaba, dün akşam bana bir mesaj atmışssınız, ama ben sizin kim olduğunuzu çıkaramadım.
- Mesaj attığımı hatırlamıyorum. Ben Fatih’im, siz kimsiniz?
-Ben Cem.
Cem adını duyunca arkadaşım uzun zamandır görüşmediği kuzeniyle görüştüğünü zanneder.
-Aaa, Cem nasılsın? diye olaya girer, kendinden falan bahseder, hoş beşten sonra konuştuğunun kuzeni Cem olmadığı anlaşılır.
-İyi ama sen hangi Cem’sin?
-Ben Gemici Cem’im.
-Allah Allah, öyle birini tanımıyorum. Sana nasıl bir mesaj gelmiş?
-Seni çok seviyorum. Grubunuzun hastasıyım gibi bir şeyler.
O sırada arkadaşım uyanır, Allah’tan grupta başka bir Cem olduğunu bilmektedir.
-Haa, o mesajı muhtemelen dün gece Haşmet çekmiştir, diğer grup arkadaşı Cem’e.
-Aaa, Haşmet sen misin?
-Yok, ben Fatih dedim ya. Yanlışlıkla sana gelmiş mesaj.
-Haa, o zaman Haşmet’in telefonu var mı sende?
Haşmet’in telefonu verilir ve kurtulunur Gemici Cem’den.