Felsefe, çevre, politika, futbol, mutlaka ama mutlaka sinema. Biraz ondan, biraz bundan, canı istedikçe çıkan blog. Hayata dair ama tabii ki bana ait. Evet, isyan!

Cuma, Ocak 20, 2006

no nukes

Yine bir ağır mevzu ile karşınızdayız sayın seyirciler. Konumuz nükleer enerji, nükleer silahlar ve ilişkileri. Kendimle yaptığım mülakaat aşağıda huzurlarınıza sunuluyor. (B: Ben, YB: Yine Ben)
B:Küresel ısınma denince aklımıza ne geliyor?
YB:Sera etkisi yaratan gazlar (CFCler ve en önemlileri olan Karbondioksit).

B:Peki bu gazların salınımını engellemek için birşeyler yapılıyor mu?
YB: Evet, yapılıyor, 150 küsür ülkenin imzaladığı ve gelişmiş ülkeler için de çeşitli yaptırımları olan bir sözleşeme bulunuyor: Kyoto Sözleşmesi. Bu sözleşmeyle 2010 yılına kadarki ilk dönem içerisinde gelişmiş ülkeler (doğrusunu söylemek gerekirse Annex 1 ülkeleri) 1990 yılı salınımlarına binaen ortlama yüzde beşlik bir indirime gitmeleri gerekiyor. Amma ve lakin bu sözleşmeyi imzalamayan ve karbon (doğrusu karbon dioksit ama kısaca karbon denegelmiş) salınımınlarının yaklaşık yüzde ben deyim 22 siz deyin 25ini atmosfere salan ABD (daha doğrusu Bush hükümeti) sözleşmenin uygulanmasına ekonomik zarara uğraycağı iddiasıyla taş koyuyor.

B: Ama ABD olmazsa bu sözleşme uygulanmıyor mu?
YB: Uygulanıyor, hatta en son Montréal'de Kyoto'dan sonraki en geniş katılımlı hükümetlerarası ve sivil toplum örgütlerinin katıldığı bir toplanti yapıldı ve Kyoto'nun yürütülmesi konusunda çeşitli önlemler alındı. Örneğin sözleşemeye ABD'den eyaletler düzeyde katılım sağlandı. ABD ve Avustralya toplantı süresince hiç destek bulamadılar.

B: İyi ama Sözleşme nasıl yürütülecek?
YB: (So far so good deyimim buraya cuk diye otururdu) (İç çekerek) Hmm, işte zurnanın zırt dedği yer de burası çünkü sorunlar da burada başlıyor zaten. Sözleşme mekanızmaları vasıtasıyla karbon salınımın azaltılmasını hedeflerken çevreden çok ekonomik kıstasları düşünüyor. Ve burada pragmatik davranarak gerek ülkeler arası karbon ticaretini gerek de nükleer enerjinin kullanımının artırılmasını destekliyor. Zira nükleer enerji fosil yakıtlara göre daha "twmiz" bir enerji türü.

B: (Buraya kadar okumaya dayanabilen okuyucularımız var ise) Nükleer enerjinin kullanımının artırılmasının sonuçları neler olabilir?
YB: Nükleer enerji veya nükleer santrallarin tehlikelerine girmeyeceğim. Zira artık yazmaktan sıkılmaya başladım. Kardeşim senin bitirmen gereken tezin yok mu? Nedir bu çevre, Kyoto, nükleer enerji ya. Aç tezinle ilgili bişeyler yaz, iki satır karala. Uff ya. Sen adam olman, walla. Neyse, ne diyordum. Nükleer enerjiye sahip kaç ülke var. ABD, Rusya (SSCB'den kalma), İngiltere, Çin, Hindistan ve Pakistan. İsrail'in de nükleer güce sahip olduğu sanılıyor. Şimdi sorun şu: Bu ülkeler nükleer güce sahip ve o yüzden barışcıl amaçlı nükleer kullanımını da kendi ellerinde olmasının istiyorlar. O yüzden üçüncü ilkelerin bu enerjiye sahip olup da başka aşamalara geçmelerini istemiyorlar. O yüzden sen nükleeri kullan ama biz sana teknolojiyi transfer edelim diyorlar. Artı bu konuyu da barışcıl amaçlarıyla sunar gibi yapıyorlar. Bu yıl ki Nobel Barış ödülünü Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu başkanını almasınının da nedeni bu.

B: Hmm, evet, seni komplocu seni. Bu Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu başkanı sabetayist olmasın.
YB: La get, canın sıkıldı herhalde.

1 yorum:

skoer dedi ki...

sozlesiyi yaparken bir yandan icki mi iciyordunuz kuzum. zira sonlara dogru kafaya girmis..