Felsefe, çevre, politika, futbol, mutlaka ama mutlaka sinema. Biraz ondan, biraz bundan, canı istedikçe çıkan blog. Hayata dair ama tabii ki bana ait. Evet, isyan!

Cumartesi, Ocak 21, 2006

simülakr

İkonlara tapanlar, Tanrı'yı övmek adına onu betimlediklerini ileri süren usta insanlardı, ama gerçekte Tanrı'yı simgeleriyle bir simülakra dönüştürürken aynı zamanda onun varlığı sorusunu ortadan kaldırıyorlardı. Her imge, Tanrı'nın varlığı sorusunu sormayı engellemek için bir bahaneydi. Gerçekte Tanrı, her imgenin ardında görünürlüğünü yitiriyordu. Ölmemişti, görünürlüğünü yitirmişti yani artık böyle bir soru sorulmuyordu. Tanrı'nın varlığını ya da yokluğuna dair sorulan soru simülasyon aracılığıyla çözülmüştü.
(Baudrillard'dan)
Simülakr orijinali, gerçeği, ilk örneği olmayan; kendisi zaten kopya olan birşeyin kopyasını anlatan bir terim. Simüle edilen veya edilebilen her şey orijinalliğini kaybeder. Her görüntü bir simülasyondur, ergo simülasyonun simülasyonu simülakrdır. O yüzdendir resim yıkıcılığı.
Neyse konumuz resim yıkıcılığı değil zaten. (Bu terim aklıma Bilge Karasu'nun bir hikayesinden kalmış olmalı. Nasıl ki İslam resime karsi çeşitli nedenlerle bir tavır geliştirdiyse, yasaklmaya çalıştıysa, Hristiyanlık ta aynı şekilde ilk zamanlarında resime karşı bir tutum almıştı. Hatırladığım kadarıyla hikayede Istanbul'daki resim yok etme olaylarından bahsediyordu.) Neyse, Baudrillard'ın simülakr ile bahsettiği dünya aslında Matrix filminde de anlatılan bir simülasyon mu gerçek mi dünyası. Baudrillard'ın gerçekten ilginç tezleri var. Hepsi de anlaşılır değil bana kalırsa. Sanırım postmodern dile yatkınlıkla da ilgisi var bu düşüncenin. Ama bazen bazı şeyleri gerçekten anladığınızı hissedersiniz. Bu bir andır, geçicidir genellikle, o kısacık anda her şey aslında çok mantıklıdır, çözülmüştür. Sanki iki nöron fiberı birbirini stimüle etmiş ve eksik parça tamamlanmıştır. (Bütün büyolojik mekanizmalar büyle yürü zaten.) Baudrillard'da onu hissediyorum, ama anladığım şey biranda uçup gidiveriyor sanki:) Sanırım bu bir bilinçlenme (consciousnes) anı. Bilinç dediğimiz "şey"in de aynen bu anlarda ortaya çıktığını, sürdülebilir olduğu şekilde insanlarda yereleşebileceği gibi bir fikir ileri sürülebilir. Ya makinalar? Burada aklıma "Pi" filmi geliyor, David Arnoffsky'nin. (Gerçi tüm Matrix filmi de bu temel üzerine kurulmuştur.) Kabala felsefesinin kullanarak Tevrat'taki matematiksel kodları çözmeye çalışan ve bu sonuçları borsada kullanan birisini hikayesiydi bu film. Filmin ana noktasında bilgisayar kendi bilincinin farkına varıyor ve iflas ediyordu. Biraz zihin felsefesi veya bilişsel bilimler bilen birisi için oldukça spekülatif olsa da bilincin nasıl simüle edilebileceği, veya edilirse bilgisayarların veya herhangi bir finite state automatanın (Turing makinaları örneğin) bu işte ne kadar başarılı olabilecekleri sorusu cevaplanması zor bir soru değildir. Denersiniz, modellersiniz, compute edersiniz. Tamam. Ama bilincin vüku bulduğu anı yakalayamazsınız.(En azından şu an için) Aynı şey özgür irade için geçerli midir peki? Özgür irade de sonuçta bilinçle aynı kalıba sokulup simüle edilse bile hiçbir zaman tam anlamıyla hesaplanamaz. Peki o zaman simgeleştirelim ve simülakra dönüştürelim. Büylece sorun kalmaz. (mı?)

Hiç yorum yok: