Felsefe, çevre, politika, futbol, mutlaka ama mutlaka sinema. Biraz ondan, biraz bundan, canı istedikçe çıkan blog. Hayata dair ama tabii ki bana ait. Evet, isyan!

Pazar, Haziran 04, 2006

lekesiz aklın sonsuz günışığı

Charlie Kaufman'ın mükemmel senaryosuyla Mixhel Gondry'nin çektiği film en sonunda TR'de de gösterime girince kaçırmamak gerektiğini düşündüm. Sonuçta film iki yıllık bir gecikmeyle gösterime girdi burada; seyredenler VCD'sini, olmadı DVD'sini buldu ve seyretti. Benim gibilere ise adını duyduğumuz bir efsane gibi bu güzel ve uzun adlı filmi kerhen de olsa yaşamın bir yerinde, kah tezgahta, kah DVD'cide, kah bir arkadaşın evinde VCD'sini görünce alıp seyretmek kalmıştı. Altyazı dergisinin eski sayılarının birisinde de TR'de gösterime girememiş filmlerin listesinde ilk sırada görünce adını zihnimize de kazımıştık. İşte böyle duyguların eseriydi bu filme gidişim.
Jim Carrey'in adını görüpte gülmekten kopacaklarını düşünüpte filme gelen zavallıları düşününce hoşuma da gitmiyor değildi. Salonda filmin başında her lafa gülme eğiliminde olanlar bir süre sonra dumura uğrarken, filme kalabalık gelen yaşlı başörtülü teyze guruhu ise antraktan sonra kaçtı. Eeee, ne de olsa birazcık da olsa zeka gerekmiyor değil, bu kadar zekice kurgulanmış flash-back ve flash-forwardları kapabilmek için. Kurgu, evet, süperdi. Memonto gibi ustaca kotarılmiş, dahiyane denebilecek bir anlayış. Hikayede ilginç ve Kaufmanvari olunca bundan iyisi Şam'da kayısı diyesimiz geldi.
Kurgu konusunda söylemek istediğim bir şeyler var aslında: son yıllarda oldukça moda bu. Tarantino'yla başlayan (benim sinema hayatım için söylüyorum) kurgunun başının sonunun birbirine girmesi olayı (ve baş kahramanın filmin orta yerinde ölüvermesi gibi) Pulp Fiction'daki sıradışılık, sonrasinda Irreversible, Memento gibi filmlere kayıvedi. Momento örneğin tamamıyla sondan başa düz bir hatta giden bir filmdi (onu ilginç kılan da buydu), hafıza sorunsalına da eğiliyordu ama Eternal Sunshine ise tam anlamıyla çorba diyebileceğimiz bir yapıda. Dikkatle seyrettiriyor, üzerinde düşündürtüyor ve sizi en can alıcı konuyla vuruyor. Hatıralar, geçmiş ve bittabi aşk.
Kusursuz olmayan, olmayacak, sonucu belli olsa dahi sonuna kadar gidilecek, o anın yaşanacağı aşk. Zihinde sadece onunla yer etmeyen, bilakis onunla yaşananalarla yer eden, örneğin seyredilen bir filmin onunla seyredilmiş olmasından dolayı hafızaya kazınmış olmasından müstarip, o an zihinden silinirken o anla birlikte silinen bir filmin meşekkatli varlığına selam eden bir duygu olsa gerek aşk.
Bilişsel bilimlerden az biraz anlayan bir insan herhalde filmdeki hafıza konusuyla kafa yormalıdiye düşünüyorum. Hafızanın Lacuna şirketinin elemanlarının bilgisayarlarında yaptığı gibi belirli öğelerinin tek tek silinmesnin sağlanması biraz boşa kürek çekmek gibi geliyor bana. Çünkü beyin, evet oldukça, modüler olsa da, hafizanın bir şekilde compute edilebilir hale getirilmesi, beynin neuroscience alanındaki diğer çalışmalarının (örneğin rüya) çözülmesi anlamına geliyor. Eğer spesifik konulardaki hafızayı silen bir yazılım programı geliştirirseniz, beynin yapısını da çözersiniz derim ben.

Hiç yorum yok: