Felsefe, çevre, politika, futbol, mutlaka ama mutlaka sinema. Biraz ondan, biraz bundan, canı istedikçe çıkan blog. Hayata dair ama tabii ki bana ait. Evet, isyan!

Çarşamba, Kasım 03, 2010

ararat'ın hikayesi

Atom Egoyan'ın Ararat (2002) filmi birbiriyle koşutluk içerisinde bulunmadan dört ayrı kuşağın (ressam Gorky, yönetmen Saroyan, araştırmacı Ani ve oğlu Raffi ile üvey kardeşi / kız arkadaşı Celia) dört ayrı tarihsel süreçte (gümrükte Ani'nin başından geçen soruşturma, bu soruşturmadan bir yıl önce gerçekleşen filmin çekim süreci, Gorky'nin atölyesinde annesinin resmini yapışı süreci ve Gorky'nin çocukluğu/resme konu olan fotoğrafının çekildiği dönem) ana tema olarak Ermeni kırımının işlendiği bir film. Filmin temel meselesi olarak soykırımın nasıl anlatılacağı, yeni kuşaklara aktarılacağı tezi var (Biraz daha yukardan bakarsak aslında bir soykırımın nasıl anlatılabilceği meselesi olarak da görebiliriz Egoyan'ın derdini. Lanzman'ın Yahudi soykırımı üzerine çektiği filmi Shoah'ta olduğu gibi soykırımı onlarca yıldan sonra Auschwitz'in yakınındaki köylere giderek orada soykırımın izini ropörtajlarla sürerek, bu ruhun hala o topraklarda olduğunu hissettirerek yapılabilir. Zira nasıl ki edebiyat sadece söylenebilir olanını söylenmesi sanatı ise sinema da sadece ve sadece gösterilebilenin gösterildiği bir sanat olmalıdır (Evet, bu bir pipo değildir!)). Ararat, kişisel bellek üzerinden toplumsal belleğe ve oradan da büyük anlatıya, yani kırıma nasıl ulaşılacağının, tarihi en doğru anlatma hakkına kimin sahip olduğunun sorusunu barındıran bir film. Film tarihi yeniden kurarken, kişisel anlatılar üzerinden bireysel belleğin olduğu kadar kolektif anlatılar üzerinden toplumsal belleğin de izini sürüyor ve esas derdinin bir kimliği nasıl kurabileceğini sorgulamak olduğunu çeşitli vasıtlarla gösteriyor. Dolayısıyla soykırım ve bunun üzerinden işleyen kişisel hikayeler (toplumsal) kimliğin kuruluşuna hizmet ettiğini ifade ediyor.

Filmdeki "film içindeki film" bölümü aslında tarihsel anlatılarda kurgunun bir temsili olarak değerlendirilebilir. Zira bu bölümde yönetmen gerçekte olmayan olayları da filmine koyarken (ressam Gorky'nin çocukluğundaki kahramanlığı gibi), mümkün olmayan durumları da keyfince gösterebildiğini, dolayısıyla da kurgunun gücünü ve easında güçsüzlüğünü hicvediyor; örneğin Van'dan görünmeyen Ağrı Dağı'nı filminde görünür kılıyor. Bu durum aslında Egoyan'ın zeki bir şekilde soykırımın filmi nasıl yapılamaz sorusuna verdiği cevap. Diğer anlatı düzeyleri mikro tarihsel yapıları içinde barındırıyor, ki bu da kişisel düzeylerin bir temsili.

Hiç yorum yok: