Felsefe, çevre, politika, futbol, mutlaka ama mutlaka sinema. Biraz ondan, biraz bundan, canı istedikçe çıkan blog. Hayata dair ama tabii ki bana ait. Evet, isyan!

Pazartesi, Ekim 17, 2005

Bir hikaye nasıl yazılmaz?

Bir hikayenin konusu ne olmalı, nasıl baslamalı, nasıl bitmeli sorusu kafamı kurculuyordu. Ben de oturdum, su anki yazdigim seyleri yazdım tek oturuşta. Aslında aklımda yazı yazarken kı sistemimi (yani kafamda ucusan cümlelerin ilk elde orantısız da olsa yazıya dokulmesi, donup dolasıp yeni seyler ekleme, dilbilgisinin duzeltilmesi) hikayeciliğe uygularsam ne oluru denemek istedim. Bütün bu düşüncelerin üzerine bir de acaba hikayelerin illa hoş tatlar bırakan eğlenceli, heyecanlı, veya mesaj kaygısı içeren konusu olmalı mıdır sorusunu da ekledim. Asagıdakiler 3. deneme.:
Yuzumu yıkamak icin banyoya gidip geri dondugumde gozlugumu bulamadim. Koymuş olabilecegimi dusundugum yerleri kah ellerimle, kah da aradığım yerlere yaklasarak bakındım. Ellerimi kullanma nedenim gözlüğümün çerçevesiz diye tabir edilen şeffaf gözlüklerden olması idi. Gerçi çercevesiz olmasa da çözüm değişmezdi. Aradığım şeyi en hızlı bu şekilde bulabilirdim, bir kör gibi hissederek. Gozlugumu ararken ise aklıma aradıgım seyi daha iyi arayabilmek icin gözluge ihtiyacim oldugu dusuncesi geldi. Bu ikilem beni gülümsetti, aramaya devam ettim. Zaten oldum olası birşey kaybetmekten nefret etmisimdir. Nereden çıktığını bilmiyorum ama sanırım Anadolu lisesine ilk başladiğım yılın sonunda babamın tayini nedeniyle başka bir şehre gitmek zorunda kalmamızla basladı. Çok sevdiğim bir arkadaşıma gittiğim yerden mektup göndermek için ev adresini almıştım. Sonra o ev adresi bir şekilde kayboldu. Daha dogrusu kayboldugunu zannettım. Evin içinde adresin yazılı oldugu o kagıt parcasını buyuk bır hırsla aradıgımı hatırlıyorum. O zamanlar evlerinde kaldıgım anneannemi ne kadar sucladıgımı da hatırlıyorum. Isın garıbı o kaybettıgım zannettıgım kagıt parcasının aslında kagıt parcası degıl deftere yazılmıs bır adres oldugunu yıllar sonra kesfettım. O arkadasımın adı ve adresı en cok kullandıgım defterımın en on sayfasında arzı endam etmıs ve benı beklıyordu. Aslında adresın kaybı degıldı onemlı olan, arkadasıma verdıgım bır sozu tutamamaktı. Pek tabııkı su an dusundugumde işin içinde kendımı sartlandırma düşüncesinin de olduğunu düşünüyorum. O adres o kagıtta, oradan ogrenılıp arkadasıma gonderılecekti. Başka yolu yoktu. O kağıt parçası benim ve arkadaşım arasındaki bağdı. O olmadan ona ulaşmam imkansızdı. Zaten okulun adresını bulmak hıc de zor degıldı, okula arkadaşımın sınıfına adını soyadını yazdıgım zaman da ona ulasılabılırdı. Ama dedigim gibi boyle bır sartlanma vardı ve bunun bır turlu ustesınden gelememistım. Bu olayın etkisiyle sanırım hala evın ıcınde bulunan bır kagıt parcası atılmadan once mutlaka bana sorulur.
Bir sure sonra arayisim can sıkıcı bir hale gelince arama tarzım da degisti ve agresiflesti. Kendime söylemeye başladım, bir gözlüğe bile sahip çıkamıyordum sonucta. Masanın uzerınde nazik bir sekilde dolasan ellerim masayı yumruklamaya ve elimi acıtmaya basladi. Bununla birlikte bu yumruklardan birini gozluge isabet etmesi durumunda gozlugun haşat olacagi gercegi de beni rahatsiz etmeye basladi. Zaten bu gözlüğü ilk kırışım da olmayacaka tı ki. Özellikle lise yıllarında neredeyse ayda bir bir gözlük değiştirirdim. Top oynarken, koşarken çok kırıldı. Kırıldıgı zaman ise çözüm çok basitti: Kırılan ve dört bir tarafa dagılan cam parcalarından en buyugunu gozune kestirip gozlukcuye gıtmek ve onların senın gozluk numaranı tesbit etmelerini sagladıktan bir kac saat sonra da gozlugunü geri almak. Hatta bir keresinde pencereden aşağı bakarken gözlük burunumun ucundan kayıverdi, altı kat aşağıya uçuverdi. Bana da aşağıdan cam parcalarını toplamak kaldı, zaten parça marça kalmamıştıkı ortalıkta. Sadece ikiye ayrılmış bir çerceveydi elime geçen.Esas sorun cercevenin kırılmasıydı aslında. Ama geçıcı cozumler her zaman vardı. Degiştirilen gozluk cercevesi ve camı sayısı ortalamanın uzerıne cıktıgi vakitlerde en kolay yontem cercevenin kirildigi yereden selo bantla baglamakti. Bu sekilde gozluk bir sure daha kendine ikame eder, artik zamani geldiginde de yenisi alinirdi. Gozlugume para odemekten sikilan eyzem ve annmler ise kendilerine gore yontemler gelistirirlerdi. Ornegin gozluk cercevelerinden en kalinini almak gibi. Bu ilk bakista beni kalin gozluklu bir inek yapacagini dusundurse de isin gercegi oyle degildi. Keza ben gozlugu sadece derslerde takiyordum. Hatta tam takma da denemezdi, sadece tahtadan defterime birsey gecirecegim zamanlarda, bir durbunmuscesine gozlugumu kullanirdim, tahtaya bakarken bir elim gozlugumde tahtaya odaklanmis,yakina bakarken gozlugu kullanamadigimdan havada asili duran bir parcaydi diger elimle yazi yazarken. Gozlugun bu kadar cok elimde de tasimaktan hasadi cikardi zaten. ama bir keresinde yole bir isme yaradi ki muzakere yarimasini kazandirdi bana. Teknolojinin yararli olup olmadigi uzerine bir muzakere konusu vardi, ve bizim grup teknolojini insan ellerinde pek cok defa kotu amaclar icin kullanildigina dair tezi savunuyordu. Muzakere devam ederken sonlara dogru oteki gruptan birisi, "Eee, maden teknolojiyi bu kadar sevmiyorsunuz, o gozundeki gozluk de ne peki" diye bir seyler zirvalamisti. Ben de hemen " Ben bu gozlugu isimi gordugu icin kullaniyorum, eger istersem kullanmam" deyip gozlugu cikartmis ve atmistim bir kenara. Butun salon alkistan yikilmsit. Neyseki bu hareket bize muzakarayi kazandirmisti.
Bunun uzerine aramaya daha sakin ve mantıklı bir sekilde baslamaya karar verdim, banyoya geri döndüm. Sonuçta bu gozluk bu evdeydi, bu odadaydi, hic bir yere gitmis olamazdi. O yüzden kendimi daha da sinirlendirme sınırını aşmıyorsum. Pek tabii ki gozlugun olması gerektıgı yerde, yani gozumde, olmamasi gozlerimi bir sure sonra rahatsız etmeye, gozumun sulanmasına neden olmaya baslamisti. Ama sonucta bunun devası da gozlugun bulunmasıydı. Kafamdan gozlugu asla bulamıyacagım, gozlugun ev ve masa girdabında kayboldugu gibi dusunceler gelmeye basladı. Hatta bir ara aklıma "seytan aldı goturdu satamadan getirdi" tekerlemesini soylemek bile geldi. Gözluğümü bu kadar sık kaybetmeme çözüm bulmam gerektiğini düşündüm. Gözlüğü her iki tarafından birbirine gecirecegim iple birbirine bağlamak fikiri ilk anda hoş bir fikir olarak çıkıverdi. Bu sayede gözlüğü çıkarsam bile gozluk bana bağlı olacaktı. Yalnız gozlüğü yatarken veya duşa girerken gibi nadiren cıkardigimı düşünürsek bu da çok sacma bir oneriydi. O an duşa girdigimde hemen çenemin altında benim her hareketimi takip eden bir nesne olduğu fikirine kapıldım. Bu fikrimden de pek çabuk vazgeçtim.
Neden sonra gozlugumu masada dikkatli bakmadigim bir yerde buldum. İlk birkac saniye icerisinde gozun dunyayı yeniden net gormesini şaşkınlığıyla gözümü kırptım, ama sonra tekrar alıştım. Evet, nerede kalmıştım, diye sordum kendime. Kafamdan gözlüğü kaybetmemek için neler yapmam geretiğiğne dair fikirler uçuverdi. En azından bir daha ki sefere kadar.

Hiç yorum yok: