Felsefe, çevre, politika, futbol, mutlaka ama mutlaka sinema. Biraz ondan, biraz bundan, canı istedikçe çıkan blog. Hayata dair ama tabii ki bana ait. Evet, isyan!

Cumartesi, Mayıs 03, 2008

Sinema dili

Marguerite Duras Yeşil Gözler’de sinema dilinin diğer dillerle, örneğin yazıyla kıyaslarken şöyle diyordu:” Gök masmavi bu sabah, güneşli” duyumunu yeniden yaratıp aktarabilecek en mükemmel araç sinemadır.”

Peki sinema diliyle şu cümleyi nasıl aktaracaksınız: “Gök hiç olmadığı kadar mavi, güneş ilk defa parlıyormuşcasına canlıydı.” Bunu sinema diline çevirmek gerçekten güçtür ve sinemaya aktarılabilecekse aynen ilk cümledeki duygu verilerek aktarılabilir. Gün ortasında masmavi bir gökyüzü, ortalarda parlayan bir güneş, belki deniz, belki kum, belki de yeşillik. Ne zaman sinemaya çevrilmiş bir eseri seyretsem hep kafamda bu vardır. Acaba yazar şu gördüğüm sahneyi nasıl tasvir etmişti kitabında. Hangi kelimeleri kullanmıştır benim bir saniye görüp geçtiğim sahne için. Belki üç sayfa yazı vardı burada ama biz geçip giderken gördüklerimiz 3 saniyede kayboluyorsa, gözlerimiz yeni hareketler arıyorsa, bir önceki sahnedeki duyguyu hissedemiyorsak bu sadece bizim yahut yönetmenin mi suçudur? Sinema dilinin bunda hiç mi suçu yoktur. Sinema dilinin sorgulanması gerekmez mi burada?

O zaman sinemayı edebiyata göre yeni başatan tanımlamak gerekir. İlk iş olarak tüm tekrar yapıları yeni yapılar olarak kurmamız gerekir. Nasıl ki başka bir dilden kendi diline şiir çeviren bir şair, şiiri yeniden yazmaktadır denirse, bir kitaptan sinemaya yapılan adaptasyon da yeni baştan bir film yapmaktır. Nasıl ki, eskiden çekilmiş filmlerin yeni versiyonları tekrar tekrar çekilirken her defasında ilk orijinal versiyonla kıyaslıyorsak ve her zaman içimizde bir tatminsizlik duygusu yükseliyorsa, yeni baştan yapılan her şeyin, her ne kadar özgünlüğü kaybolmuşsa da, yeni olduğunu kabul etmemiz gerekir. İkinci cümleyi de eğer sinemaya çevirirken birinci gibi akatarıyorsak onu da yeni kabul etmemiz gerekir.

Hiç yorum yok: