Felsefe, çevre, politika, futbol, mutlaka ama mutlaka sinema. Biraz ondan, biraz bundan, canı istedikçe çıkan blog. Hayata dair ama tabii ki bana ait. Evet, isyan!

Çarşamba, Eylül 21, 2005

H.C Andersen

"Çirkin Ördek Yavrusu", "Küçük Denizkızı", "Kar Kraliçesi", "Kibritçi Kız" gibi çocukluğumuzun çok sevdiğimiz masallarının yaratıcısı Hans Christian Andersen'in (1805-1875) doğumunun 200. yıldönümü bu yıl. Yarattığı büyülü atmosfer, kullandığı metafor ve psikolojik unsurlar, farklı türden kahramanları ve hüzünlü sonlarıyla masallara getirdiği farklı soluk onun evrensel bir yazar olarak tanınmasına neden olmuştu. Ülkesi Danimarka'nin yazın dünyasına Kierkegaard' la birlikte en güzide armağanlarından biri olan Andersen aslında sadece masallarıyla değil roman, şiir, tiyatro metinleri ve gezi kitaplarıyla da biliniyor.
Çirkin bir Ordek Yavrusu
Bütün dünyanın masallarıyla tanıdığı Andersen kendini hiç bir zaman basit bir masal yazarı olarak görmedi. Diğer yazın türlerindeki kitapları ise dönemi içersinde edebiyat çevrelerinde dikkat çekse ve başka dillere çevrilse de ona istediği ünü ve başarıyı getirmedi. "’Şair Andersen Beyefendi, Şair Bey, siparişleriniz en kısa zamanda Hamburg'dan getirteceğim.' dedi bana bugün terzim. Şu sıradan hayatta bana verilecek en güzel isim bu." diyordu Andersen, 1836 yılında, henüz 31 yaşındayken yazdığı mektupta. O zamana kadar sadece şiir değil, tiyatro oyunları, gezi kitapları, opera metinleri, çok sevdiği İtalya üzerine bir roman, "gelecek nesilleri kazanmak amacıyla" yazılmış "Çocuklara Masallar" adında iki masal kitapçığı yayınlanmıştı. Yakın arkadaşlarından elektromanyetizmin babası fizikçi ve felsefeci Ørsted ona yazdığı bir mektupta söyle diyordu: " Yazdığın romanlar seni ünlü yapacaksa da, masalların seni ölümsüzleştirecek". Bu sözleri dikkate almadı o zamanlar Andersen çünkü roman yazmak, çocuk hikayeleri yazmaktan çok daha ciddi, modern ve saygı uyandıran bir uğraşti önün için. " Danimarka'nin ilk romancısı olacağım" diyordu başka bir mektubunda. " Eğer İngiliz veya Fransız olsaydım bütün dünya adımı çoktan duymuş olurdu. ama şimdi ben ve şarkılarım birlikte soluyoruz, bu uzak ve köhne Danimarka’da." Ne var ki bütün dünyanın adını duyması ve İncilden sonra yapıtları en çok çevrilen yazar olma onuruna o pek de önemsemediği masalları sayesinde ulaştı.
Hayatına dikkatlı bir bakış başarısının ardında yatan trajik gerçeği, masallarında ve diğer çalışmalarında kendi yaşamının resmedilisini açığa çıkarır. Andersen fakir bir ayakkabıcının oğlu olarak toplumun en alt tabakasından geliyordu. 11 yaşındayken babasını kaybettikten sonra da kah terzi olarak kah fabrikalarda işçi olarak çalışmıştı. Proleter kökeni daha sonra bütün hayatını etkileyecektir.
Genel anlamda Andersen, hem insan hem de yazar olarak sürekli değişen ve gelişen fakat aynı zamanda kendisiyle sürekli bir diyalog ve kavga içerisinde olan birisiydi. Biyografisinin yazarlarından Johan de Mylius'a (2005) göre sosyal yükselişi, masallarında, romanlarında ve oyunlarında hem daha yeni ve çağdaş bir kimlik arayışındaki üretkenliğinin hem de sürekli ve sonu gelmez travmalarının kaynağı olarak ona dolaylı veya doğrudan bir motif oluşturmuştu. İki şehir çok önemliydi hayatında: Odense ve Kopenhag. Fakir bir çocukluk yaşadığı Odense hayatının daha sonraki dönemlerindeki edebi yönelimleri belirleyen izlenim ve tecrübelerini edindiği şehirdi. Andersen gençliğinin otobiyografisi olan kitabında (Levedsbogen -1926 yılında öldükten sonra yayınlandı-) Odense’deki yaşamı eskinin gelenekleri ve batıl inançlarını koruduğu ve böylece önün hayal dünyasına renkli bir katkı sağladığı bir şehir olarak tanıtır. Daha da önemlisi ise toplumun en alt katmanlarından gelen birisi olarak edindiği rahatsız edici sosyal tecrübeler, sosyal mirasını reddederek fakirlik zincirini kırmak ve kendinde farkına vardığı sanatsal potansiyele ulaşmak için harekete geçişini sağlaması açısından da önemliydi.
Andersen’in hayatındaki yönelimlerin ve Kopenhag’a gitmesinin en önemli nedeni ise başkent dışında ülkede tiyatro bulunan tek şehrin Odense olmasıydı. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarında Odense’de tiyatroyla her zaman etkileşim içinde olmuştu, bu da Andersen’in hayallerini ve arzularını yerine getirmesi için sağlam bir taban oluşturuyordu. 14 yaşındayken evini terketti ve Kopenhag’da onu beklediğini düşündüğü tiyatro dünyasında geleceğini aramak için yola koyuldu. Kopenhag’daki ilk yıllarında tiyatronun renkli dünyasında herhangi bir yer edinmek için uğraşti durdu. Baletlik, aktörlük veya şarkıcılık denemeleri boşa çıktı. En sonunda oyun yazarlığında karar kıldı; bu da onda gördüğü hamurun yoğrulması ve okula gönderilmesi için ona burs sağlayan yönetmenlerden birisi sayesinde oldu. Her ne kadar şansı performans sanatçısı olarak yaver gitmese de Andersen hayatının sonuna kadar tiyatroyla ilişkisini sürdürdü; gerek oyun yazarı olarak, gerek tercüman veya farklı dillerdeki oyunların uyarlanmasında. Ne var ki, Kopenhag’daki hayatı sefildi, ekonomik açıdan başkalarına bağlı olarak yaşıyor, iki aileden sürekli yardım alıyordu. Günlüğünde bahsettiği gibi parasızlıkla geçen bu yıllar boyunca edindiği acı tecrübeler onu alsa terketmiyecektir. Geçmişinden kopuşu, kendindeki potansiyelin farkına varısıyla birlikte fakirlikten kaçmak için verdiği mücadele temel bir kişilik sorunu olmuştur onun için. Kim olduğu, nereye ait olduğu, onu kimin kabul edeceği soruları kafasını kurculuyordur. İşte böyle bir güç ona "Çirkin Ördek Yavrusu" (1843) masalını yazmasını sağlamıştı. Gerçek kişiliğini bulana kadar itilip kakılan çirkin bir ördek yavrusuydu kendisi de. Her zaman bir kuğuydu ama asla farkına varılmamıştı, her zaman gözardı edilmiş, itilip kakılmıştı.
Kopenhag’da farklı çevrelerde bulundu; hem burjuva hem de proleter ortamlara girdi. Odense’yi ve kendisine sunulan kaderi reddedip sanatı seçen Andersen’in önünde tek bir seçenek vardı: ayağa kalkmak ve devam etmek. Bir dünyayı terkedip diğer yüksek dünyada henüz kabul edilmemiş olmanın verdiği ıstırap ve aşağılanma duygusu iste tam bu noktada karşısına çıkıyordu. ”Küçük Denizkızı” (1837) masalini, aşık olduğu prensi için hayatı pahasına insan olan ama sevgisini söyleyemediği için kalbi buruk bir şekilde hayata veda eden deniz kızının hikayesini, bu duygularla yazdı. Her yine de Slagelse ve Helsingør’daki okul yılları proleter Andersen’e Danimarka'daki mutlak monarşinin son zamanlarındaki ”Altın Çağı”nda burjuva çevrelere girmesini sağlayan gerekli kültür ve eğitimi almasını sağladı. Andersen'in çalışmaları realizmin yeni yeni kök salmaya ve modern dünya görüşü insan anlayısını etkilemeye başladığı yıllarda ortaya çıkmıştı, sosyal anlamda bir yabancı olarak edindiği düşünce yapısı onu diğer çağdaş Danimarkalı yazarlardan daha modern ve ilerici yapmıştı.
Asla bir yerleşik hayatı olmadı, hiç bir zaman bir yere bağlanmadı, hep değişim içindeydi. Ne bir ailesi oldu, ne de bir evi. Otellerde, yurtlarda ve malikanelerde misafir olarak kaldı. Hep gezdi, hayatının 9 yılını dünyayı gezerek geçirdi. Victor Hugo, Heinrich Heine, Balzac, Alexandre Dumas ve Charles Dickens'la tanıştı. Ününe ve ölümsüzlüğüne karşın ödediği bedel yalnızlıktı. Ölüm hikayelerinde her zaman ana bir rol oynamıştı. "Her hikayenin bir sonu vardır" demişti bir yılbaşı ağacının hikayesini anlattığı masalında. Öldüğünde arkada, o çok ünlü masallarının yanısıra 1000’den fazla şiir, 5 gezi kitabı, 6 roman ve 30’a yakın opera metni ve oyun bırakmıştı.

1 yorum:

Cengiz dedi ki...

Kopenhag’da Trajik Bir Olay – Türkiye’den Haber Var! PDF indir – Epub Oku – Ücretsiz Mobil Download
DEDALUS KİTAP tarafından yayınlanan Kopenhag’da Trajik Bir Olay – Türkiye’den Haber Var! kitabını okumak ister misiniz? Sizlere Kopenhag’da Trajik Bir Olay – Türkiye’den Haber Var! pdf indirme linki ve detaylarını vermeye çalıştık. Johann Peter Hebel imzası taşıyan esere ücretsiz olarak ulaşabilirsiniz.
https://www.pdfindiroku.xyz/kopenhagda-trajik-bir-olay-turkiyeden-haber-var-pdf-indir-epub-oku-ucretsiz-mobil-download/
https://www.pdfindiroku.xyz/